29 Kasım 2015 Pazar

hıdırellez

Aslı elinde küçük bir kağıtla bahçeye çıkar.

Aslı- Allahım bu gün Hızır ve İlyas’ın gezip dilekleri topladığı gün, ne olur benim dileğimi es geçmesinler, okusunlar ve yerine getirsinler.
  
Elindeki bir çöple gül ağacının dibine kazdığı yere kağıdı gömer.
Duasını eder bahçede biraz gezer.

Aslı- gece saat kaçta geziyorlar acaba, beklesem geldiklerini görür müyüm?

İlyas- Saçmalama Aslı seni şuan öğrencilerin görse ne derler acaba?

Aslı- aaa kafayı yiyorum galiba bu dediğimi biri duysa!

İlyas- hah aklın yolu bir.

Hızır- sen sussana biraz, her şeye niye karışıyorsun senin yüzünden patron tarafından elimizde ki bütün yetkilerimiz alınacak.

İlyas- Kim duyacak boş ver baksana öğretmen bile oturmuş bizden medet umuyor.

 Hızır- kim duyacak diyor ya! Patron her şeyi duyar bilmiyor musun? Hadi hadi çok işimiz var biz gidelim, notumuzu aldık bunun dileğine yerine getirmemiz için nerden baksan daha bir ay var

Aslı uyanır uyanmaz kâğıdı gömdüğü yerden çıkarıp deniz kenarında aldı soluğu.
Aslı- Allahım şu Hızır ve İlyas'ı bu sefer benim dileğim için görevlendir ne olur. Tek duam Ayhan artık evlenmekten kaçmasın diye.

İlyas- bizim burda ne işimiz var,  patron tatil için izin mi verdi bize? Nasıl sevindim valla birde ihtiyacım vardı ki!

Hızır- sen hakkaten yorulmuşsun, ya da bunadın. İlyas saf saf konuşmasana bizim ne zaman tatilimiz oldu?

İlyas-olsa kötümü olurdu? Ben bunu en kısa zamanda patrona ileteceğim.

Hızır- senle ben bu milyonlarca yıl nasıl idare ettim bilmiyorum, bende peygamber sabrı var galiba. Patron bu kızın dileğini yerine getirmemizi istedi.
Ayhan’ın rüyasında, gündüz, okulda her yerde sürekli kim olduğunu bilmediği birileri kulağına fısıldar.
Hızır- Ayhan, aslıya yüzük al, aslıya yüzük al doğum gününde evlenme teklif et.

İlyas- bak Ayhan Hızır’ın dediklerini yaparsan söz seneye senin dileğini listenin başına yazacağım haberin olsun.

Hızır- İlyas şimdi taş olup kalacaksın, sen rüşvet mi teklif ediyorsun, patron duymasın.

İlyas- yok canım şaka yaptım işimiz çabuk bitsin diye.

10 Haziran gelip çatmıştır Aslı telefonuna bakar.

Aslı- Aşkım, unutmamış bana mesaj atmış, ‘sürprizime hazır mısın?

İlyas- bu kız hakkaten benden bile saf galiba, baksana mesajları sevgilisinin yazdığını sanıyor, bizim bir aydır ne çektiğimizi bilmiyor.

Hızır- ben çok saf gördüm ama senin gibi katmerlisini hiç görmedim

İlyas. Tabi ki Ayhan yazdı sen mi yazdın mesajı, sadece yazması için uğraştık İlyas hadi gidelim burda bizim işimiz bitti.

İlyas- yani bunları yalnız bırakalım diyorsun hadi gidelim.

Aslı güzel bir masa hazırlar, üstünde mumlar, vazoda çiçekler ve çeşitli yiyeceklerle dolu, Ayhan’ı bekler.
Kapı çalar Ayhan gelir.

Aslı- aşkım hoş geldin, bu ne güzel çiçekler bana mı?

Ayhan- yok yan komşuna getirdim, hoş buldum canım bu ne güzel masa böyle benim için mi?

Aslı- yok ben de bunları apartman komşularımla altın günü yapıyorum da onlara hazırladım.

Ayhan- ay sende çok komiksin hadi gel oturalım masaya ama önce sana sormak istediğim bir şey var. 

İlyas ve Hızır gitmiştir, Ayhan yere diz çöker cebinden nişan yüzüğünü çıkarır, 
Bir patlama ardından cam kırılması sesi gelir, Aslı eli Ayhan’ın elinde yere yığılır. Bir maganda kurşunu ile Aslı başından vurulur ve ölür.

Ayhan- ??????

18 Kasım 2015 Çarşamba

KALP KIRMAYA DEĞER Mİ?

                                                                                                 MERAL BAĞCI
                                                                                                   18.11.2015                                         
Mevlana, insan kalbi odun değil ki, kırılınca ses çıkarsın demiş. Ben neden korkarım diye düşünürken bu söz geldi aklıma.
Ben en çok insanların kalbini kırmaktan korkarım.
Dışarda kar fırtınasının olduğu bir sabah komşumu kahveye çağırdım.
Kahveyi yaparken canın sıkkın olduğunu hissettim.    
Ne oldu, sen de bir tuhaflık var? Diye sordum, sormaz olaydım.
Ne olacak şu öğretmen Hatice var ya, benim hakkımda bir sürü yalan söylemiş. Yok ben dedikodu yapıyormuşum, her kesin açığını arıyormuşum, bunu sen de biliyormuşsun ama kırılmayım diye bana söylemiyormuşsun. Daha neler neler, kendi yaptığı, söylediği ne kadar şey varsa benim üzerime atmış.
Ya boş ver, benim taktiğimi uygula öyleleri yokmuş gibi davran.
Ben onun direk benle konuşup kimler hakkında neler söylediğini biliyorum, gidip herkese hepsini anlatacağım.
Yapma, o zaman senin ondan ne farkın kalır.
Ama bana resmen dedikoducu diyor.
Hı hı sanki değilsin de!
Ben bunu dışımdan mı söyledim! Diye düşündüm, evet ne yazık ki söylemiştim.
Söylediğim bu densiz sözün üstüne, komşumun yüzünde ki ifadenin değişmesini an ve an izledim. Boş bulunup söylediğim söz, benim yerin dibine girmeme sebep oldu. Keşke zamanı geri alabilme gücüm olsa, keşke şu an görünmez olsam, ya da abartıp hiç doğmamış olsaydım diye düşündüm. 
 İnsanların kalbini kırma korkumla baş edeyim, kendimi törpüleyip tamamen yok edeyim diye çırpınırken, o an yepyenisini üretip filizlendirdim!
Özür dilerim!
Necla duymadı beni, duymak istemedi, ben kahve içmeyeceğim teşekkürler, işim var, hemen eve gitmeliyim, dedi
Necla özür dilerim, inan isteyerek olmadı! Beni bilirsin içten söylenmiş bir söz değil, 
Lütfen otur kahveni iç, diye kendimi affettirmeye çalıştım ama bu nafile bir ısrardı, her özür dilediğimde daha çok dibe batıyordum. Necla kapıyı çarpıp çıktı.
Kuyunun dibine düşmüş bir taş gibi kaldım evde, o kadar üzülmüştüm ki, can telaş telefonu elime alıp diğer komşum Zehra yı aradım.
Yaptığım saygısızlığı aynen anlatıp, hemen gelmesini söyledim.
Oldu bir kere, artık aklımdan ne geçiyorsa? Şimdi ne yapıp edip Necla nın gönlünü almalıyım?
Bence bu gün üzerine gitme, biraz sakinleşsin yarın kahve içmeye gidelim.
Geç kalmaz mıyız? Ben onu bilirim yarına kadar kendi kendine kurar döker, bence şimdi gidelim.
Aynı apartmanda iki kat altta oturan Necla nın evine gittik kapıyı Zehra çaldı, ben görüş menzilinin dışında bekledim.
Kapı açıldı.
Zehra: Necla müsait misin? Kahveye geldik dedi.
Geldik, kelimesinin ardından bir adım atıp Necla nın tam karşısında belirdim, önce afalladı, ardından toparlanıp yüzüme senden beklemezdim diyen gözlerle baktı, kapının önünden çekildi gelin anlamında eli ile içeriyi işaret etti.
Oturduk, suçlu olduğum için yere bakıyordum, çünkü dünya da yapmaktan en çok korktuğum şeyi gene yapmış bir kalp kırmıştım, hem de bile isteye. 
Söylenmemiş ne kalmıştı ki! Ben onu söyleyip affedileydim?
Ben sessizdim ama beynim dışarıdan esip savrulan kar fırtınası gibi gürültü çıkarıyordu.
Zehra, susturdu beynimdeki sesleri, Necla biz kaç senelik dostuz, hiç kırdık mı birbirimizi? 
Bilmem? Olmuştur on beş, yirmi. Sinirli bir o kadarda tok bir sesle: bu güne kadar kırmamıştı, dedi
Ve ben atladım hemen savunma makamının, o an hem sanığı hem de avukatı oldum, kendimi aklamak için başladım yalan bahaneler uydurmaya:
Necla tekrar özür dilerim, dün gece hiç uyumadım, sabah da annemden telefon aldım babam rahatsızmış, üzerine oğlum aramaz mı? Anne işten çıktım diye, bir de yemeği yaktım, bu gün her şey üzerime gelince, istemeden sana çattım.
 Yalan söylemeyeceğimi bilecek kadar tanıyordu beni.
Garibim bunca yalana inandı, bana üzüldü! Hatta beni teselli bile etti, Zehra gülüyordu karşımda. Ona kaşlarımı çatıp sus işareti yaptım, çünkü benim nezdimde kalp kırmanın günahı yalan söylemekten daha çoktu.
evime döndüm. Ertesi gün Necla ya tekrar gittim, söylediğim yalanları sırf onu yumuşatmak için o an uydurduğumu açıkladım.
Güldü ve yüzüme bakıp, ben biliyordum dedi.
Nasıl yani, neden, neden bir şey söylemedin?
Çünkü seni o yalanlar için affettim; bana ne kadar değer veriyor ki, yalan bile söyledi dedim, dedi.
O gün dostum bana hayatımın dersini verdi!

8 Kasım 2015 Pazar

ZAMANIM DOLMUŞ BE!

  Sorgun da ki evim de sabah güneşi ile aydınlanmış yatak odamda yavaş yavaş uyandım. Gözümü açar açmaz içmek için akşamdan hazırlamış olduğum kahve makinamdan, yatak odama kadar gelen mis gibi kahve kokusuyla yataktan fırladım. Hemen banyoya girdim, yüzümü yıkamak için bataryaya elimi uzattım, ama suyun akması için yaptığım hamleler sonuç vermedi, batarya açılmadı ve su akmadı. Şaşkın bir şekilde tekrar tekrar denemem bir işe yaramadı, şok olmuş bir vaziyette başımı kaldırıp aynaya baktım. Kocaman bir boşlukla karşılaştım banyoda ben yoktum, gördüğüm tek şey banyoda ki aynanın tam karşısına denk gelen tek kanadı açık kalmış duşa kabin di. Kendimi kaybedip bir çığlık atım ama sesimi kendim bile duymadım.
Yatak odamda ki telefona gittim, telefonu bir türlü elime almayı beceremedim. Gözüm bir anda yatağa takıldı, yüzünden kan çekilmiş, gözleri yarı açık, çenesi beyaz bir yemeni ile bağlanmış kendimi gördüm. Bu ne ya! Ben bir kabusun içine mi girmiştim, rüyada mıydım?
İçeriden gelen uğultularla kafamı toparlayıp bu yaşadığım anların gerçek mi, rüya mı olduğunu anlamaya çalıştım? Seslerin geldiği yöne doğru telaşla koştum, evimin içi sevdiğim, sevmediğim insanlarla doluydu. Salonun kapısının önünde durdum içeri baktım, beni kimse görmüyor ama adımı haykırarak ağlıyorlardı, içeri girip çıkanlar ise resmen içimden geçiyor varlığım kimse hissetmiyordu.
Mutfağa girdim, akşam tembellik yapıp toparlayamadığım tezgahı iki can dostum gelmiş topluyordu.
Beyhan-ne oldu ya! çok gençti, ne oldu böyle birden bire? diye ağlıyor,
Serap- inanamıyorum Beyhan abla, daha dün sohbet edip kahvelerimizi içmiştik, diyordu içini çeke çeke.
Herkesin ben yokmuşum gibi davranmasına anlam veremiyordum. Ne olmuştu bana? En son hatırladığım akşam bilgisayardan the orjinali izlemiştim, sonra kapatıp uyumuştum.
Sanki müezzin salonda elini kulağına atmış okur gibi yakından gelen selaya kulak kesildim, ölen kim diye! Sela bitti, ardından ölenin kısacık kimlik bilgisi verilmeye başladı; doktor şevket bağcının eşi, Yozgatlı eski sinemacı Faruk ezenin kızı meral bağcı vefat etmiştir Allah rahmet eylesin! O an dondum kaldım, şüphelendiğim ama kendime yakıştırmadığım, hep etrafını dolandığım o gerçekle burun buruna geldim. Evet bu gün, bu evde ölen bendim.
Bir anda her şey aydınlandı, ben de aydınlandım, evdeki curcunanın sebebi bendim, en önemlisi bunun dönüşü yoktu. Adresimi temelli istirahat bölgesi olarak değiştirmiştim,  buraya yolculuktaki bilet sadece gidişti, dönüş bölümüne kırmızı keçeli kalemle çarpı atılmış tamamen iptal edilmişti.
Gamzem bir yanın da ilk yeğenim cerenim, diğer yanında ailenin tek yengesi Dilek oturmuş ağlıyorlardı. Sessiz sessiz, ağlayan kızım, ilk göz ağrım, dert ortağım ağlama ne olur ben sana dayanamam. Senin için gözüm arkada değil, seni kocana Kaan a emanet ediyorum.
Kızım gibi sevdiğim yeğenim Selin benim güzel keçim, yanında ablası Çeşminur, benim tek okurum İpek, Selin ablasının ellerinden tutmuş onu teselli ediyor. 
Annem ve ablamın karşısında, ben buradayım diye taklalar atıyor, anlamsız el kol hareketleri yapıyordum ama nafile sanki görünmezlik zırhı giymiş gibi beni fark etmiyor habire ağlıyor ve aralarda benden konuşuyorlar, ablam ağlarken canım kardeşim gözleri de açık kalmış diyor.
Ben: hemen hazır cevap, tabi gözüm açık kalır torun görmedim, canımın içi oğlumu evlendirmedim, daha bir kitabımı bile bastıramadım, senaryom film veya dizi olacak mı onu da öğrenemedim ne olsaydı gözüm kapalı mı olsaydı yani?
 Zaten yedi evladını Azrail’in elinden alamamış annem, acıların en ağırı ile sekizinci kez sınanıyor, kendini parçalıyordu. İsyanı büyüktü ama neden diye hesap soracağı karşısında bir muhatap yoktu, çünkü emir büyük yerden gelmişti. Ne o emre karşı gelme gücü ne de sorgulama hakkı vardı. Veren Allah alan Allah diye boynu bükük, gözünden yağmur gibi yaş akıtıyordu.
Takdiri ilahi bu, ağlamayın Gamze ve Yahya ya destek olun tamam mı?
Evde rutin işler başladı, ambulans geldi içinde ruhu olmayan bedenimi aldı hastaneye götürdü. Morg denen bir sürü çekmece şeklinde ki ağızlı canavarın herhangi bir ağzına yerleştirip kapattılar. Ben cehennemde ki zebaniler gibi bekliyordum, sanki cansız vücudum  kalkıp da oradan kaçacakmış gibi.
Zaman mefhumunu yitirdiğim için ne zaman bilmem vücudumu otopsi için soğuk olduğunu sandığım bir metal masaya yatırıp, ben uzaktan izlerken kesip biçtiler. Sonunda ellerinde bir raporla o soğuk odadan dışarı çıktılar, bir şey bulamayınca sığındıkları tek liman olan kalp krizinde karar kıldılar. Anladığım kadarı ile ciğerlerimden de pek memnun kalmamışlar ki;
Otopsi doktoru: ne vardı sanki bu kadar çok sigara içecek. Diye söyleniyordu eşime, ona ne ise sanki, acılı adama böyle bir şey söylenir mi?
Eşim: meral organlarını bağışlamıştı aslında, ama dedi kaldı.
Doktor: siz ne zaman fark ettiniz?
Eşim: bu gece havale geçiren bir bebek gelmiş beni çağırdılar ben de hastaneye gittim, geldiğimde ise meral i rahatsız etmeyim diye yatak odasına girmedim. Sabah hastaneye giderken neden kalkmadı diye baktım, ama çok geç kalmıştım. Keşke gece uyumak için yatak odama girseydim, rahatsız etseydim, televizyon karşısında değil de,  keşke yatağıma yatsaydım o zaman fark edip belki müdahale ederdim.
Doktor: abi olacakla öleceğe çare yok derler, ablamın ömrü bu kadarmış, yapma, keşkelerle kendine daha fazla yüklenme.
Sonra hastaneden alındım, büyük bir itina ile cenaze yıkama aracına konuldum. Orada yıkanıp paklandıktan sonra kefenlenip tabutta konuldum. Sonra beni cenaze aracına koydular ve caminin avlusunda ki Cahit Sıtkı Tarancı nın dediği gibi; Bir namazlık saltanatım olacak, Taht misali o musalla taşına bıraktılar ve buyurun cenaze namazıma.
En ön saflarda yer alanlara göz gezdirdim, biricik damadım Kaan üzgündü, ben şimdi Gamze yi nasıl teselli edeceğim der gibi şaşkındı.
1.95 boyunda ki yaşlı babamın kolundan ondan daha uzun olan yakışıklı adaşı yeğenim Faruk sıkı sıkı tutmuştu. Babam sanki bir anda bir metreye düşmüş, ya da o an musallada yanıma uzanmış gibi geldi bana korkmayım, üşümeyim diye belki de onu götürmeyin sıra benim di, beni götürün dercesine.
 Sinan, benim başımın tatlı belası canım kardeşim, omuzları düşmüş ağlıyordu sessiz sessiz, fidan boylu, gözümün nuru, henüz mürüvvetini göremediğim, koklamaya, öpmeye doyamadığım oğluşumun kolundan tutmuştu ayakta kalabilmek için yoksa gözünden dinmeyen yağmur gibi incilerini döken oğlum mu dayısından destek alıyordu düşüp bayılmamak için.
Oğlumun diğer yanında ise eşim Şevket; 17 yaşımdan itibaren bana tahammül eden aşkım, en iyi dostum, en çok tartıştığım, dünyalar güzeli huya sahip insan. Başkalarının yanında erkek ağlamaz safsatasına hiç inanmamış, insan olmanın verdiği duygularını her zaman her yerde saklamayan adam hiç durmadan ağlıyordu. 
Ben de ise hiçbir duygu kırıntısı yok, ya şoktayım ya da duygularımı kefenimi sararken içinde bıraktılar.
Hoca gelip tabutun önünde durdu önce dualar etti namaza geçmeden cemaate sordu:
Hoca: eeeey cemaat bu merhumeyi nasıl bilirdiniz, hakkınızı helal eder misiniz diye sordu?
Cemaat: iyi bilirdik, helal olsun dediler.
Tabi iyi diyecekler o kadar adamın arasında çıkıp da birileri; çok ukalaydı, olmamama rağmen kibirliydi, aşırı gururluydu, kimseyi dinlemez hep burnun dikine giderdi diyecek değil ya! Zaten bunlardan başka da kötü huyum yok.
Sonra namaz, ardından arabalar konvoy oluşturdu, düğün konvoyu gibi, bir davul zurna eksik geldi gözüme, bir de halay çekenler (bayağı gelen olmuş 35 yıl aynı yerde yaşayınca normal) haydi benim bedenimi alıp addalara gittik, kabristana,
Nede çabuk hazırlanmış mezarım, neyse çıkardılar beni tabuttan, iki metre karelik bir çukura koydular, sıra ile sevdiklerim beni toprağa boğdular, (bu nasıl sevgi belirtisi ise), aydınlıkta hiç uyuyamam tamam ama bu ne ya! Burası da çok karanlık oldu. Dualarını ettiler ve beni orda bırakıp çekip gittiler.
Arkalarından bende gitmek istedim, gidemedim sanki biri beni elimden tutmuş çekiyordu. Anladım ki ben dünya ile birlikte olduğum sürenin sonuna gelmiştim, ruhum balıklama daldı toprağın altında kalan cansız vücudumun içine. Sonra iki metre karelik yeni ikametgahımın kapısı çalındı, sorgu sual ekibi girdi içeri, Çeşminur dan doğma Meral sonsuza kadar kalacağın yeni yerine hoş geldin, Allah kolaylık versin.

                                                Son

6 Kasım 2015 Cuma

Çakır keyif sohbet

                  Çakır keyif sohbet
Güzel bir lokantanın mutfağı, ızgara, kızartma, baharat kokuları arasında koşturan garsonlar.  Aşçı, şef garson, garson ve yamaklar yeni gelen müşterilerin isteklerini hazırlamak için, tezgâhın üzerine dizilmiş tabaklar içerisine ana yemekten önce masaya götürecekleri mezeleri yerleştiriyor.
Bir tabağa enginar kalbi koydular enginarın cücüğü gibi, böyle 1-2 lokmalık ebatta lezzet patlaması. Ağzınız da dağılırken önce ızgaranın isli yanık kokusu zeytinyağının aromalarına karışır, limonun ve az tuzun eklenmesiyle kendi tadını salan meze. Adeta güzel bir çiçeğin taç yaprakları ya da yeşil tuvalet giymiş bir sultan gibi durur tabakta, oda bunun farkında.
Deniz börülcesini diğer tabağa yerleştirdiler, İnce uzun vücudu, koyu yeşil rengi, sarımsak, tuz ve zeytinyağı ile marine edilmiş hali ile önce damağa sonra mideye bayram ettiren meze, kendini beğenmiş bir edada yerleşti tabağına.
Bir diğer garson haydari tabağı hazırladı, rakının yanında olmazsa olmazı, yiyen kişiye ferahlık veren tadı ile beyaz tabak içerisinde çok sönük kaldı garibim. Süzme yoğurt, beyaz peynir rendesi,  sarımsak zeytinyağı, kimyon, tuz ile yapılmış bir meze, garson bu sönüklüğü fark edip hemen üzerini kırmızıbiber ve kuru nane ile süsledi o zaman şöyle kendine güvenip yayıldı tabağa.
Toprak bir kapta fırından çıkan humus homurdanıyordu,
Humus: yeter yahu yandım fırında, çok şükür aklınıza geldim, ne kadar çok bıraktınız beni sanki rosto pişiriyorsunuz.
Kökü çok geçmişe dayalı olan bu meze nohut, tahin, kimyon, tuz, limon, zeytinyağı, isteğe bağlı sarımsak ile birleşince, nohutu farklı bir boyuta taşıyan ağızda nefis bir tat oluşturan sıcak ve soğuk olarak da yenen lezzetli bir meze. Garson onu da kırmızı biber tereyağı ile süsleyip tepsiye bıraktı.
Mutfakta değişik bir telaş oldu, ne buldularsa koydukları bir tabak, tepside ki mezeler pür dikkat bakıyorlardı acaba bu ne diye, rakı masasında tanıdıkları hiçbir mezeye benzemiyordu! Humus en yaşlı meze olarak yüksek sesle düşündü;
Humus:  kısır mı o?
Kendini beğenmiş enginar küçümser bir şekilde cevap verdi.
Enginar:  Evet bildiğimiz her yerde herkesin eline ne geçerse doldurduğu kısır,  ama onun bu rakı masasında ne işi olabilir ki, ben onu bu mutfakta asla görmek istemiyorum.
Konuşmalara aldırmadan bir eda, bir nazla, sanki bulunmadık bursa kumaşı, güzel yapılmışını herkesin çok sevdiği kısır, saçlarını salladıkça nane, maydanoz, yeşil soğan, dereotu saçıyordu etrafına. Salındıkça tabakta ince bulgur, kuru soğan, pul biber, karabiber, sarımsak, zeytinyağı, limon suyu ve bol bol salça eteklerinden tabağın içine dökülüyordu. Garsonlar kısırın üzerini domates, turşu dilimleri ve marul yaprakları ile süsleyip tepside ki yerine bıraktılar.
Humus: Hazır mıyız? Hadi toparlanın masaya gidiyoruz kendinize çeki düzen verin bakıyım, hadi hadi.
 Enginar kalbi: Ay ben bu kısırla aynı tepsiyi paylaşmam haberiniz olsun, hem sen nerden alıyorsun bize emir verme yetkisini?
Deniz börülcesi: Öffff hep aynı terane, gene başladık, aynı tepside olmam ne demek, gidiyoruz işte kuzu kuzu.
Haydari: sessiz olsanız da biraz kestirsem, şimdi masada sağımdan solumdan didikleyip duracaklar çok yoğurtan uykum geldi, bu akşam gitmeseydik ya masaya.
Kısır: aaayy amma söylendiniz hadi gidelim tatlım, vakit nakittir.
Deniz börülcesi: bana bak kendine çekidüzen ver seni aldım mı masadan aşağı atarım, gerçi sen yerlerde gezmeye yabancı değilsindir, tatlım!
Kısır: sen bana ne ima ediyorsun açıkça söylesene?
Deniz börülcesi: ima etmiyorum, senden arta kalanları kuşlara yem diye veriyorlar ya onu diyorum.
Kar gibi beyaz bir örtü serilmiş, servis tabakları yerleştirilmiş, kaşık, çatallar ve bıçaklar yemek sırasına göre dizilmiş, ortada içinde insanların birbirlerini görebilmeleri için kısa boylu taze kır çiçekleri konulmuş küçük bir vazo ile süslenmiş güzel bir masa.
Enginar kalbi: ne kadar kabasınız, biraz kibar olun bakın masaya dizildik bile, bu kısırı hangi aklı evvel istedi acaba, rakı ve kısır ne alaka?
Humus: Müşterinin isteklerine saygı duy burası demokratik bir lokanta, isteyen istediğini yer.
Enginar kalbi: ben onunla aynı ortamda olmam.
Humus: enginar yine saçmalıyorsun, bırak bu sanatçı kaprislerini, normal hayata dön.
Haydari: ya bırakın şu tartışmayı her akşam, her akşam bıkmadınız mı bir birinizi yemekten. Siz tartışırken biz tükeniyoruz masa da baksanıza, zaten benim uykum var keşke erken kalksalar bende gidip yatsam.
Kısır: sen ne içtin ya! Bu neyin kafası, nasıl masadan kalkabilirsin? Şuna bak ayakta bile duramıyorsun.
Haydari: sen bana sarhoş mu demek istiyorsun?
Enginar kalbi: istemedi direk söyledi, fasulye de kendini nimetten sanır derler ya, bu kısır da kendini meze sanıyor sırf bizimle aynı masada bulunduğu için. Kıısıııır, bak sen güzel bir şey olsan sana verimsizlik anlamına gelen kısır adını koymazlardı. Bir de bana bak; enginar kalbi, hem değerli hem de ilaç gibi faydalıyım.
Kısır: şimdi senin paçanı aşağıya indiririm, sözlerine dikkat et, yanına gelip yolayım mı o kozalak gibi saçlarını?
Börülce: bir, iki, üç, bir iki üç..
Haydari: ne yapıyorsun sen?
Börülce: spor yapıyorum kondisyonumu ve formumu korumam gerek.
Enginar kalbi: farkında mısın biraz sonra koruyacak bir vücudun kalmayacak.
Kısır: salak bu ya, hem de su katılmamış cinsinden.
Deniz börülcesi: artık yeter utanın neyi paylaşamıyorsunuz anlamadım ki! Hepimiz kardeşiz, aynı kaderi paylaşıyoruz, aynı yere gidiyoruz ve aynı şeyin yanında yeniliyoruz.
Humus: yani, ne demek istiyorsun?
Börülce: Yanisi, bu masa da rakı olmasa belki biz kimsenin aklına gelmeyeceğiz, birlik olalım hatta bir sendika kuralım.
Haydari: abarttınız artık, yok sendika falan beni katmayın zaten başım dönüyor, ay ben çok kötü oluyorum sanki hayatım sona eriyor gibiyim.
Enginar: saf, bitmek üzeresin, bir lokmalık canın kalmışta ondan.
Humus: beni de soğumadan bitirelim diye hızlı hızlı yiyorlar. İmdaaaat son lokma için pideyi daldırdılar hoşçakalın arkadaşlar.
Kısır: aaa humusa güle güle bile diyemedik.
Deniz börülcesi: haydari! Haydariiii, oda bitmek üzere görüyor musunuz gecenin sonunda bütün tabaklar boşalıyor, bu sistem hepimizi yok ediyor.
Kısır:  enginarcığım! Bir lokmacık kalmışsın güzelim ne oldu sesin soluğun kesildi, hadi atsana havanı bak ben burdayım hala, hem de dolu bir tabak olarak.
Enginar kalbi: benim ne kadar güzel ve lezzetli olduğumu onlar da fark ettiler, o yüzden senden önce bitirildim canım, hoşçakalın arkadaşlar.
Deniz börülce: ayıp oluyor kısır, bir meze masayı paylaştığı arkadaşına bunu yapar mı? Enginar tekrar görüşene kadar hoşça kal;
Haydari: bir dahaki alemlere daldığımızda görüşürüz arkadaşlar ben tükendim artık dayanacak gücüm kalmadı.
Kısır: güle güle arkadaşım seni özleyeceğim.
Deniz börülcesi:  ya beni doğru dürüst yermişiniz? Ne bu böyle hayatta hiç mi deniz börülcesi görmediniz dolamayın çatala başım dönüyor, dolamasana ya, ahhhh bittim!
Kısır:  iyi kötü, en azından konuşuyordum ne yapacağım şimdi ben, kimse kalmadı etrafımda? Şiiişt rakı kardeş hu hu rakı kardeş hey beni niye ciddiye almıyorsun? Ben burdayım kaşık mı istedi bunlar çatalla dökülüyorum diye, beni kaşık kaşık yiyorlar. Yaaa! kısır hazretleri gülermisin sen arkadaşlarına, gülme komşuna gelir başına, eyvah imdaaaat!
Rakı:  ne zevksiz bir masa, ne zevksiz insanlar var ya, masa da peynir ve kavun yok kısırla rakı içiyorlar, ne günlere kaldık, ahhhh nerde o eski masalar.