Sorgun da ki evim de sabah güneşi ile
aydınlanmış yatak odamda yavaş yavaş uyandım. Gözümü açar açmaz içmek için
akşamdan hazırlamış olduğum kahve makinamdan, yatak odama kadar gelen mis gibi
kahve kokusuyla yataktan fırladım. Hemen banyoya girdim, yüzümü yıkamak için
bataryaya elimi uzattım, ama suyun akması için yaptığım hamleler sonuç vermedi,
batarya açılmadı ve su akmadı. Şaşkın bir şekilde tekrar tekrar denemem bir işe
yaramadı, şok olmuş bir vaziyette başımı kaldırıp aynaya baktım. Kocaman bir
boşlukla karşılaştım banyoda ben yoktum, gördüğüm tek şey banyoda ki aynanın
tam karşısına denk gelen tek kanadı açık kalmış duşa kabin di. Kendimi kaybedip
bir çığlık atım ama sesimi kendim bile duymadım.
Yatak
odamda ki telefona gittim, telefonu bir türlü elime almayı beceremedim. Gözüm
bir anda yatağa takıldı, yüzünden kan çekilmiş, gözleri yarı açık, çenesi beyaz
bir yemeni ile bağlanmış kendimi gördüm. Bu ne ya! Ben bir kabusun içine mi
girmiştim, rüyada mıydım?
İçeriden
gelen uğultularla kafamı toparlayıp bu yaşadığım anların gerçek mi, rüya mı
olduğunu anlamaya çalıştım? Seslerin geldiği yöne doğru telaşla koştum, evimin
içi sevdiğim, sevmediğim insanlarla doluydu. Salonun kapısının önünde durdum
içeri baktım, beni kimse görmüyor ama adımı haykırarak ağlıyorlardı, içeri
girip çıkanlar ise resmen içimden geçiyor varlığım kimse hissetmiyordu.
Mutfağa
girdim, akşam tembellik yapıp toparlayamadığım tezgahı iki can dostum gelmiş topluyordu.
Beyhan-ne
oldu ya! çok gençti, ne oldu böyle birden bire? diye ağlıyor,
Serap-
inanamıyorum Beyhan abla, daha dün sohbet edip kahvelerimizi içmiştik, diyordu içini çeke çeke.
Herkesin
ben yokmuşum gibi davranmasına anlam veremiyordum. Ne olmuştu bana? En son
hatırladığım akşam bilgisayardan the orjinali izlemiştim, sonra kapatıp
uyumuştum.
Sanki
müezzin salonda elini kulağına atmış okur gibi yakından gelen selaya kulak
kesildim, ölen kim diye! Sela bitti, ardından ölenin kısacık kimlik bilgisi
verilmeye başladı; doktor şevket bağcının eşi, Yozgatlı eski sinemacı Faruk
ezenin kızı meral bağcı vefat etmiştir Allah rahmet eylesin! O an dondum
kaldım, şüphelendiğim ama kendime yakıştırmadığım, hep etrafını dolandığım o
gerçekle burun buruna geldim. Evet bu gün, bu evde ölen bendim.
Bir
anda her şey aydınlandı, ben de aydınlandım, evdeki curcunanın sebebi bendim,
en önemlisi bunun dönüşü yoktu. Adresimi temelli istirahat bölgesi olarak
değiştirmiştim, buraya yolculuktaki
bilet sadece gidişti, dönüş bölümüne kırmızı keçeli kalemle çarpı atılmış
tamamen iptal edilmişti.
Gamzem bir yanın da ilk yeğenim cerenim, diğer yanında ailenin tek yengesi Dilek oturmuş ağlıyorlardı. Sessiz sessiz, ağlayan kızım, ilk göz ağrım, dert ortağım ağlama ne olur ben
sana dayanamam. Senin için gözüm arkada değil, seni kocana Kaan a emanet
ediyorum.
Kızım
gibi sevdiğim yeğenim Selin benim güzel keçim, yanında ablası Çeşminur, benim tek okurum İpek, Selin ablasının ellerinden tutmuş onu teselli ediyor.
Annem
ve ablamın karşısında, ben buradayım diye taklalar atıyor, anlamsız el kol
hareketleri yapıyordum ama nafile sanki görünmezlik zırhı giymiş gibi beni fark
etmiyor habire ağlıyor ve aralarda benden konuşuyorlar, ablam ağlarken canım
kardeşim gözleri de açık kalmış diyor.
Ben:
hemen hazır cevap, tabi gözüm açık kalır torun görmedim, canımın içi oğlumu
evlendirmedim, daha bir kitabımı bile bastıramadım, senaryom film veya dizi
olacak mı onu da öğrenemedim ne olsaydı gözüm kapalı mı olsaydı yani?
Zaten yedi evladını Azrail’in elinden alamamış
annem, acıların en ağırı ile sekizinci kez sınanıyor, kendini parçalıyordu.
İsyanı büyüktü ama neden diye hesap soracağı karşısında bir muhatap yoktu,
çünkü emir büyük yerden gelmişti. Ne o emre karşı gelme gücü ne de sorgulama
hakkı vardı. Veren Allah alan Allah diye boynu bükük, gözünden yağmur gibi yaş
akıtıyordu.
Takdiri ilahi bu, ağlamayın Gamze ve Yahya ya destek olun tamam mı?
Takdiri ilahi bu, ağlamayın Gamze ve Yahya ya destek olun tamam mı?
Evde
rutin işler başladı, ambulans geldi içinde ruhu olmayan bedenimi aldı hastaneye
götürdü. Morg denen bir sürü çekmece şeklinde ki ağızlı canavarın herhangi bir
ağzına yerleştirip kapattılar. Ben cehennemde ki zebaniler gibi bekliyordum,
sanki cansız vücudum kalkıp da oradan
kaçacakmış gibi.
Zaman
mefhumunu yitirdiğim için ne zaman bilmem vücudumu otopsi için soğuk olduğunu
sandığım bir metal masaya yatırıp, ben uzaktan izlerken kesip biçtiler. Sonunda
ellerinde bir raporla o soğuk odadan dışarı çıktılar, bir şey bulamayınca
sığındıkları tek liman olan kalp krizinde karar kıldılar. Anladığım kadarı ile
ciğerlerimden de pek memnun kalmamışlar ki;
Otopsi
doktoru: ne vardı sanki bu kadar çok sigara içecek. Diye söyleniyordu eşime,
ona ne ise sanki, acılı adama böyle bir şey söylenir mi?
Eşim:
meral organlarını bağışlamıştı aslında, ama dedi kaldı.
Doktor:
siz ne zaman fark ettiniz?
Eşim:
bu gece havale geçiren bir bebek gelmiş beni çağırdılar ben de hastaneye
gittim, geldiğimde ise meral i rahatsız etmeyim diye yatak odasına girmedim.
Sabah hastaneye giderken neden kalkmadı diye baktım, ama çok geç kalmıştım.
Keşke gece uyumak için yatak odama girseydim, rahatsız etseydim, televizyon
karşısında değil de, keşke yatağıma
yatsaydım o zaman fark edip belki müdahale ederdim.
Doktor:
abi olacakla öleceğe çare yok derler, ablamın ömrü bu kadarmış, yapma, keşkelerle kendine daha fazla yüklenme.
Sonra
hastaneden alındım, büyük bir itina ile cenaze yıkama aracına konuldum. Orada
yıkanıp paklandıktan sonra kefenlenip tabutta konuldum. Sonra beni cenaze
aracına koydular ve caminin avlusunda ki Cahit Sıtkı Tarancı nın dediği gibi;
Bir namazlık saltanatım olacak, Taht misali o musalla taşına bıraktılar ve
buyurun cenaze namazıma.
En
ön saflarda yer alanlara göz gezdirdim, biricik damadım Kaan üzgündü, ben şimdi
Gamze yi nasıl teselli edeceğim der gibi şaşkındı.
1.95
boyunda ki yaşlı babamın kolundan ondan daha uzun olan yakışıklı adaşı yeğenim
Faruk sıkı sıkı tutmuştu. Babam sanki bir anda bir metreye düşmüş, ya da o an
musallada yanıma uzanmış gibi geldi bana korkmayım, üşümeyim diye belki de onu
götürmeyin sıra benim di, beni götürün dercesine.
Sinan, benim başımın tatlı belası canım
kardeşim, omuzları düşmüş ağlıyordu sessiz sessiz, fidan boylu, gözümün nuru,
henüz mürüvvetini göremediğim, koklamaya, öpmeye doyamadığım oğluşumun kolundan
tutmuştu ayakta kalabilmek için yoksa gözünden dinmeyen yağmur gibi incilerini
döken oğlum mu dayısından destek alıyordu düşüp bayılmamak için.
Oğlumun
diğer yanında ise eşim Şevket; 17 yaşımdan itibaren bana tahammül eden aşkım,
en iyi dostum, en çok tartıştığım, dünyalar güzeli huya sahip insan.
Başkalarının yanında erkek ağlamaz safsatasına hiç inanmamış, insan olmanın
verdiği duygularını her zaman her yerde saklamayan adam hiç durmadan ağlıyordu.
Ben
de ise hiçbir duygu kırıntısı yok, ya şoktayım ya da duygularımı kefenimi
sararken içinde bıraktılar.
Hoca
gelip tabutun önünde durdu önce dualar etti namaza geçmeden cemaate sordu:
Hoca:
eeeey cemaat bu merhumeyi nasıl bilirdiniz, hakkınızı helal eder misiniz diye
sordu?
Cemaat:
iyi bilirdik, helal olsun dediler.
Tabi
iyi diyecekler o kadar adamın arasında çıkıp da birileri; çok ukalaydı,
olmamama rağmen kibirliydi, aşırı gururluydu, kimseyi dinlemez hep burnun
dikine giderdi diyecek değil ya! Zaten bunlardan başka da kötü huyum yok.
Sonra
namaz, ardından arabalar konvoy oluşturdu, düğün konvoyu gibi, bir davul zurna
eksik geldi gözüme, bir de halay çekenler (bayağı gelen olmuş 35 yıl aynı yerde
yaşayınca normal) haydi benim bedenimi alıp addalara gittik, kabristana,
Nede
çabuk hazırlanmış mezarım, neyse çıkardılar beni tabuttan, iki metre karelik
bir çukura koydular, sıra ile sevdiklerim beni toprağa boğdular, (bu nasıl
sevgi belirtisi ise), aydınlıkta hiç uyuyamam tamam ama bu ne ya! Burası da çok
karanlık oldu. Dualarını ettiler ve beni orda bırakıp çekip gittiler.
Arkalarından
bende gitmek istedim, gidemedim sanki biri beni elimden tutmuş çekiyordu.
Anladım ki ben dünya ile birlikte olduğum sürenin sonuna gelmiştim, ruhum
balıklama daldı toprağın altında kalan cansız vücudumun içine. Sonra iki metre
karelik yeni ikametgahımın kapısı çalındı, sorgu sual ekibi girdi içeri,
Çeşminur dan doğma Meral sonsuza kadar kalacağın yeni yerine hoş geldin, Allah
kolaylık versin.
Son
Halacim ya üzme beni :(( yazını çok beğendim ayrıca aralarda yine gündürmeyi de Başarmışsın tebrikler :))
YanıtlaSil