21 Ağustos 2015 Cuma

1: iyi yolculuklar

  Tarih: 07-06-2009          Yer: Ankara Terminal    
      

   Yolculuk başladı haydar paşadan derler ya, bende evime dönüyorum artık. Her gelen yolcu bir gün geri döner. Bende bu mantıkla çocuklarımın yanından eşimin yanında ki yerimi almaya, tilki misali kürkçü dükkânına dönüyorum. Dönmek kabiliyet değil zarurettir benim için ne oralı oluyorum nede buralı, neredeysem aklım diğer tarafta kalıyor.
      Oğlum beni başkentin terminaline getiriyor. Beklemesini istemiyorum, nasıl olsa yanımda sadece çantam var. Vedalaşırken hemen ardı ardına rutin anne ikazlarımı yapıyorum:  eve geç gelme, dikkatli ol, ablanı üzme, arabayı dikkatli kullan vb. bir sürü şey söyleyip sonra sarılıp öpüp ayrılıyorum yanından. Sevmem yolcu edilmeyi de, karşılanmayı da her gittiğim yerde tek tabanca gezmeyi severim. Eşime de  haber vermedim beklemeyecek beni, bağımlılığı sevmem, sigaradan başka birşeye!
        Kendi yalnızlığımla kendi başıma kalıyorum o kalabalıkta, yapayalnız ve sessiz. En koyu sohbetleri kendisiyle yapan bir insan olarak bu çok normal değil mi? Belki bir tanıdığa rastlarım umudu ile ya da inşallah beni tanıyan hiç kimseyi görmem diye. Ne bileyim fazla düşünmeden, ne beklediğimi bilmeden, görmeden etrafımı bomboş  bakıyorum. 
         Yolcuyum bir otobüs terminalin de, başkentin curcunası için de.  Kimin nereye gittiğini ya da nereden geldiğini bilmiyorum. Onlar da bilmiyordur, kim karşılayacak onları, memnun mu kalacaklar, pişman mı olacaklar bilmeden yolculuk yapacaklar aynı benim gibi! Bu kadar insan nereden geliyor, nereye gidiyor, ne işleri var hep bir merak içerisinde bakıyorum yüzlerine.
       Önümden geçen çocuğa takılıyor gözüm, bir elin de simit diğer eli ile babasının elini tutuyor sıkı sıkıya. Dünyanın en mutlu insanı o şu anda, en güvendiği insanın yanın da otobüsleri kalkmak üzere, uçar gibi gidiyorlar perona.
        Bir kız çocuğu  elin de çikolata kucağın da oyuncak bebeği ile oturuyor annesinin yanın da.  Otobüsün kalkış saatine kadar ağlamadan vakit geçirsin  diye, annesi sıkılmadan cevap veriyor sorduğu her soruya. Belki karşılayanları olacak iyi ki geldiniz çok özlemiştik diye sarılacak sevgi ile. Beki de yanılıyorum, uzaktan gelen boynuna sarılıp hoş geldin diyecekleri, çok sevdikleri bir yolcuyu bekliyorlar.       
      Çaycı geçiyor önümden acı bir çay kokusu alıyorum, oldum olası dışarıda çay, kahve içmeyi sevmem. Çaycının yüzüne dikkatle bakıyorum, evine ekmek parası götürmek tek amacı. Geçim sıkıntısı öyle bir yerleşmiş ki yüzündeki bütün çizgilere, derinlikleri kanyonlar oluşturmuş bütün çehresin de.
           Otobüs saatine daha çok var, vakitsiz gelmişim, her zaman her yere ve dünyaya geldiğim gibi. Zamanı öldürmek istiyorum otobüsüm perona girene kadar.  Etrafım mahşer yeri gibi, kalabalıktan ayrılıp sakin bir köşedeki büfeye gidiyorum. Oradan yolculuk için bir sigara,  tuzlu kraker ve su alıyorum. Bu büyük şehrin büyük şansını denemek için, her yerde bir umutla oynadığım gibi loto oynuyorum, ya kısmet.
       İsteksizce tekrar giriyorum keşmekeşin içine, bir koşturmaca herkes bir tarafa koşuyor. Ben de bir sağa bir sola seğiriyorum, acaba nereye gidecektim unuttum mu? Kafam karışıyor ama topluyorum hemen kendimi, biliyorum canım, tabiki biliyorum nereye gideceğimi.
          Kalabalıkta insanların yüzlerinde ki heyecanı, hüznü, sevinci, şaşkınlığı ve telaşı onlarla beraber yaşıyorum. Suyumdan bir yudum alıp yürüyorum, nereye gittiğime dikkat etmeden. Her otobüs şirketinin önünde geçtiğim de yasaklandı ya bağırmak! Gürültü kirliliği yapmak! çığırtkan çığlık atamaz ama! tutamaz da kendini! Abla hemen kalkıyor buyurun, İstanbul, İzmir, Bursa, diğer firmanın önünde bir başkası, Mersin, Adana, Osmaniye, daha yürüyorum Sivas, Erzurum, Erzincan, Kars, diye bağırıyor, aval aval bakıyorum etrafıma. Benim gideceğim yer belli, biletim de cebim de ama kafamı karıştırıp içimden bir an acaba ben nereye gidecektim dedirtiyorlar! Niye bu adamlar beni zorla başka yerlere göndermeye  çalışıyorlar ki! diye safça bir soru soruyorum kendime!
          Yüzüme bir tebessüm oturuyor gülme diye ikaz ediyorum kendimi, seni deli sanacaklar. Tekrar sorguluyorum ben nereye gidecektim? O kadar çok şehir ismi duydum ki iyicene iptal olmuş durumdayım, terminalde hala geziyorum hiçbir amacım olmadan. Yüzlerce insan etrafım da devirdaim yapıyor, onlarca kapıdan giriyorlar ve çıkıyorlar, kim yolcu, kim hancı bilemiyorum.       
     Ama benim için vakit yaklaşıyor, birazdan Ankara otobüs terminalinden yolculuğum başlayacak ve terk edeceğim başkenti yüzlerce insan gibi.
      Bakalım zaman ne getirecek ve nasıl bir yolculuk yapacağız!  

12 Ağustos 2015 Çarşamba

2: iyi yolculuklar

 07-06-2009   Otobüse biniş!
   
  Al gözüm seyreyle etrafı diyorum, ama gözüm öyle yoruldu ki bu hengâmede kime bakacağını şaşırdı. Saate bakıyorum zamanım yaklaşmış, dışarı çıkıyorum bir sigaralık vaktim kalmış bir kenar da yakıyorum sigaramı, ard arda bir kaç nefes çekip sigaralığın içine atıyorum.  Gidip otobüsümü ve beş saat sürecek olan yolculuğum da cam kenarın da oturacağım koltuğumu da bulup oturuyorum.  Camdan dışarıdaki kaosa bakmaya devam ediyorum, hiç aralıksız karınca sürüsü gibi kımıl, kımıl devam ediyor bana inat. Yanıma acaba kim oturacak? Az değil beş saat yoldaş olacağız istesek de istemesek de.
           Yolcular gelmeye, bagajlar yerleştirilmeye, otobüs yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Uğurlamaya gelenlerle vedalaşılıyor kimi koltuğuna kadar refakat ederken, kimisi de kapıda bırakıyor bazıları da benim gibi yapa yalnız geliyorlar.
           Benim hattın yolcuları bellidir, otobüsler eski model, yolcular yöreseldir. Birkaç tane ziraat civcivi bulunur sadece, diğerlerinin hepsini tanırım mutlaka, şahsen değil ama kıyafetlerinden, konuşmalarından, çocuklarına davranışlarından anlaşılır. Kötülemiyorum yanlış anlama olmasın, dedim ya yöreseldir benim hemşerilerim, yapmacık değildir safiyanedir oldukları gibidirler. Camdan bakarken otobüsün yanına iki bey bir bayan geliyorlar, önce bagajlarını yerleştiriliyor, beyin biri otobüse biniyor bayanın elinden tutup merdivenden çıkmasına yardım ederken diğeri görmedim ama galiba ardından itiyor! Bayan o kadar kilolu ki inşallah benim yanıma oturmaz diye geçiriyorum içimden. Ne yazık ki bana bir bakış atıp hah orası diyorlarL bayanın benim koltuk arkadaşım olduğunu o an anlıyorum,  şom ağızlı meral, şom ağızlı meral diye kafamı camlara vurasım geliyor.
     Bayanın yanındaki bey iyi günler bacım!
      İyi günler diyorum!
      Yolculuğunuz nereye kadar?  
      Sorgun diyorum,
      Hah iyi ablamda Sorguna gidiyor yolda yardımcı olurmusunuz?
  Çaresizce tabi ki diyorum!L
  Aldım mı belayı başıma birde yetmezmiş gibi bana emanet ediliyor.
      Hanımı kucağıma J pardon yanıma oturtuyorlar iyi yolculuklar dileyerek iniyorlar otobüsten. Bayan o kadar kilolu ki ben Somalili gibi kalıyorum yanın da, tabiri caizse sinek gibi cama yapışıyorum sanki. Keşke iki koltuk alsalardı, ya da ben alsaydım sere serpe rahat yolculuk yapardım diye feryat ediyorum ağzımı hiç açmadan. Bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden yapacağım beş saatlik sıkışık yolculuğum.
         İçimden geçenleri anlamasın diye yüzüme gülümseyen maskemi takınıyorum, kibarlık edip bayana iyi yolculuklar diliyorum.
       Sağ olasın sana da iyi yolculuklar diyor.
  Elime kitabımı alıyorum, kulağıma müzik çalarımın kulaklığını takıyorum. Elimde ki kitabı açmadan terminalde ki curcunayı izliyorum, Ankara yı terk edene kadar, çocuklarımı geride bırakmanın elemi ile boş gözlerle dışarı bakıyorum.

      Yan otobüste çok şirin bir çocukla göz göze geliyorum ( şirin olmayan çocuk varmı ki ) el sallıyor, öpücük atıyor bana, bende ona aynen iade ediyorum. Gülücükler uçuşuyor iki aracın arasın da, havada ki hüznü biraz olsun yumuşatıyor.

3: iyi yolculuklar

07-06-2009  Yolculuk!
   

    Koltukta bir yerleşme hissediyorum Richter ölçüsü ile 8,5 kuvvetin de, tabi bende cama doğru bir yakınlaşma oluyor haliyle bu sarsıntı da. Hemen muavini çağırıyorum,
        Buyur abla diyor,(bu abla, yenge, bacım muhabbetleri de beni sinir ediyor, ben nerden akrabaları oluyorsam onların ). Estağfurullah deyip, Islak köpek yavrusu gibi bakıyorum kendime acındırarak, acaba koltuğu biraz genişletebilirliyiz diye soruyorum.  Acıyarak bana bakıp 5-10 santimlik bir genişleme oluyor, anında bayan teşekkür edip daha bir genişliyor, ben gene cam kenarın da katlanmış hırka vaziyetinde kala kalıyorum. Bu sefer arkada boş yer varmı acaba? diye bir soru soruyorum, muavin şimdilik belli olmaz;  şehri çıkınca bakarız diyor, başka bir seçeneğim olmadığı için umutla bekliyorum.
      Bayan rahatsız mı oldun diye soruyor, yo diyorum rencide etmemek için hayır ne münasebet diyorum.L Bir yalan manevrası ile bana sormadan almışlar da bu numarayı ben en önde gidemem korkarım diyorum.
       Yolcuyken de araç kullanırken de hiç hoş sohbet değilimdir, yanında kim oturursa otursun fark etmez, konuşmayı sevmem. Sürekli içimde ki sesle sohbet eden birisi olduğum için, kitap her zaman kalkandır bana. Gene böyle olsun diye açıyorum kitabımı(kayıp sembol) severek ve heyecanla okuyorum, yazarın diğer bütün kitapları gibi. Bir kımıldama oluyor yan koltuk da yada tüm otobüste de desem yeridir. Gayri ihtimali bir refleksle dönüp bakıyorum, bu ne burnumun dibin de bir elma ile göz göze geliyorum.
         Alırmısın diye soruyor,
         Hayır, teşekkür ederim diyor, kulaklığımın tekini çıkartma gafletin de bulunuyorum. Nefes almadan sorular geliyor ard arda.
        Sorgun damı oturuyon?
        Evet!
       Ben de! neresin de oturuyon?
       Çarşı da!
       Ben de Karşıyaka da!
       Adın ne? Sorgunlu musun? Kimlerdensin? Hangi köylüsün? Kocan ne iş yapıyor? Sen çalışıyor musun?  Vb. vb. vb. vb.
         Sıkılıyorum ama soruların çoğunu cevaplıyorum, saygısızlık etmemek için. Sonun da ukalaca kulaklığımı kulağıma takıyorum ve kusura bakmazsanız biraz okuyacağım deyip cevabını beklemeden kitabıma dönüyorum. Servis geliyor teşekkür ediyorum hiçbir şey almıyorum, kollarımı oynatamayacağım için yiyemeyeceğim alsam da nasıl olsa.
        Hiç kımıldayamadığım için belimde ağrılarım artıyor. Bu arada kayaşa geliyoruz Ankara’dan son yolcuların alındığı yer, on dakika mola veriyoruz muavinin yanına gidip gene ıslak köpek yavrusu gibi bakışımı takınıyorum. Acıyarak bakıp en arkada boş iki koltuğu bana gösteriyor, sevinçten sarılacak gibi oluyorum ama kendimi tutuyorum tabi. Valla burayı bulmasaydın inip bagajda gidecektim diyorum, çocuk yanımdan ayrılırken gülüyor sessizce bana göstermemeye çalışarak. Her gün bir kişiyi mutlu ederseniz cennete gidersiniz derler ya, ben o günlük cennet mesaimi de yapmış oluyorum muavini güldürdüğüm için.
    Yanımdaki adını bilmediğim(sormadığım) hanımdan izin isteyip, topluyorum pılımı pırtımı yeni yerime geçiyorum. Arka koltuk da arada bir kitabımı kapatıp dışarı bakarak, yanından geçtiğimiz arabalardan fal tutarak mola yerine kadar gidiyorum.
      Orada otobüs durunca bayanın yanına gelip (bana emanet ya) inip inmeyeceğini aşağıdan bir şey isteyip istemediğini soruyorum, hayır bir ihtiyacım yok cevabından sonra atıyorum kendimi araçtan aşağıya bir sağa bir sola geziyorum bol oksijen alarak, sonra bir sigara yakıyorum kendime kızıyorum niye bırakamıyorum şu laneti diye.  (ben bu yazıyı yazdıktan sonra bıraktım sigarayı, yani epey sonra J
      
 Son durak!

     Mola bitimi zar zor anlamadığım şekilde anons ediliyor. Otobüse binip koltuğuma oturmadan bayanın yanına uğrayıp Sorgun da görüşürüz deyip, yerime geçiyorum. İneceğim yere kadar artık hiç kalkmadan oturuyorum rahatım yerin de. Son durak geliyor eşyalarımı toplayıp, hala adını bilmediğim ama bana emanet edilmiş olan bayanın yanına gidiyorum. Sizi karşılamaya gelen olacak mı yoksa ben size yardım edeyim mi diye soruyorum. Evet, bak gelmiş oğlum ve gelinim diyor, eşyalarını toplamasına ve arabadan inmesine yardım ediyorum. Kusura bakmayın sizinle pek ilgilenemedim diye gönlünü alıyorum her zaman yaptığım gibi! Vicdan azabım yine ziyarete geliyor biraz zamansız yada geç, insanlarla iletişimim hep böyle oluyor yarım yamalak, elimde olmadan kötü başlıyorum, sonra pişmanlıklar yaşıyorum.
          Son olarak şoföre ve muavine teşekkür edip adını bilmediğim bayanın yanına gidiyorum, karşılamaya gelenlerle bir şeyler konuşuyor beni görünce susuyorlar, anlıyorum hakkımda konuşulduğunu. Oğlu teşekkür ediyor yarım ağız sonra eşimin hatırını soruyor, (tabi 30 yıl aynı yer de oturunca herkes herkesi tanıyor,  beni de tanımışlar ben her şeyden habersiz gözleri sürekli yerde, uyur gezen biri olduğum için ben tanımıyorum onları. Tanımak zorunda da değilim) tamam söylerim kim diyeyim? diye soruyorum, bilmem ne köyünden, filancanın oğlu, filanca diyor. İyi günler deyip evimin yolunu tutuyorum.
         Gene bir tebessüm oturuyor yüzüme, ardımdan konuşulanları tahmin ederek yürüyorum. Ne kadar kendini beğenmiş, ukala bir kadın, tenezzül edip benimle konuşmadı, yanımda oturmaktansa en arka koltuk da oturmaya razı oldu gibi! onlara ters gelen, bana göre normal olan bu davranışlarımı yadırgayıp kınıyorlardır mutlaka. Ardından da mutlaka! Bir eşi var dünyalar tatlısı, melake mi melake, bu nere, o nere, nerden bulmuş bu nemrut kadını, mübarek o evliya gibi adam J Allah doktor beye sabır versin bu kadınla geçine bildiği için diye de eklemişlerdir mutlakaJ)ben de AMİİİİN diyorum! hala adını bilmediğim kadının hayalim de söylediği sözlere katılıyorum.
      Ben el için yaşamam, benim doğrularım bana doğrudur bu yüzden kimseleri yargılamam. Aksine çevreme göre,  çok hoşgörülü ve aydın sayılabilecek biriyim, ama ilk gördüğüm insanlarla da samimiyet kuramam! Kurmak zorunda da değilim! Fazla tevazüyü sevmem, ne derlerse desinler asla gururumdan ve doğrularımdan vazgeçmem.
                                                                         J SON J

ben ve aşk yazmak, güldürme kendine!



Aşk konusunu yazacak dünyadaki son kişi olduğumu biliyorum, ama bir deneyim dedim, bak gülerseniz bir daha yazmam JJJ 
Aşk: Şems in Mevlana ya, Mevlananın da Şems e olan aşkı gibi bir aşk mı? yada Leyla ile mecnun benzeri bir aşk mı? 
Benim aşkım Mevlana nın yaratana karşı duyduğu aşk gibidir, her ne kadar kurallara harfiyen uymasam da, Mevlana nın, Yunus un sevgisi kadar severim Yaratanı.
      Ahhh aşk! Güvercinlerin bile birbirlerine yaptığı kurları görünce, insanların aşkı ne kadar acemice yaşadıklarını anlıyorum. Nasıl kırılgan, karşımızdaki kişiyi nasıl acımasızca yargılayarak yaşıyoruz biz aşkı. Değişken değildir gerçek aşk, aşk kelebeklerin ömrü gibi bir günlük olmaz, olursa da zaten onun adı aşk olmaz.
      Çoğu aşklar karşılıksızdır, karşılık bekleyince onun adı aşk olmaz, karşılık bulunca da değerini hemen kaybeder. Umarsız yaşanır, firaridir aşk, kim ne der, ne yapar, nasıl yargılar aldırmadan,  kimseleri takmadan. Hatalarla sevmektir aşk ya da kusuru görmezden gelmek. Sabır gerektirir, beklersin ektiğin tohumların yeşermesini, zamansız, koşulsuz, kuralsız sevgidir aşk, karşı cinse ilgidir yaşanan.
       Bazıları aşkına karşılık bulamayınca hiç  ölene kadar beklemez! Sabırsızdır, istemeyerek de olsa dönüp geri gider, içinde ki yıkımı dışa vurmadan, çünkü arkasında bir virane bırakmamıştır. Kendine başka bir yol çizer, mecburdur vazgeçmeye aşkı sen diye yaşayamaz, aşk ben diye yaşanır. Senin aşkın sadece senin içindedir, karşındakinin aşkı ona aittir,  onun aşkına sahip çıkamazsın, ödünç bile alamazsın, yıldızlara ulaşmak daha kolaydır onun aşkına ulaşmaktan. İçinde yemyeşil bir dalın kırıldığını hissedersin. Boynun bükük terk edersin o şehri, her köşesi sana onu hatırlatır, hatta sokaktaki kedisi bile onu anlatır sana!
        Bazen platoniktir aşklar, senin uykuların kaçarken karşındaki senin varlığından bihaber yaşar, senin kim olduğunu bilmez, hiç tanımaz, senin ne gözünün rengi, ne tenin, ne kokun, ne saçın, ne yürüyüşünde ki o eda! Ne de yüzünün şekli vardır belleğin de.  Dünyanın bin yıllarca güneşe olan aşkı gibi, kendini güzel göstermek için dönüp dursan da etrafın da hiç bıkmadan, rotanı hiç şaşırmadan. Bazen bir karış uzaklaştım diye üzüntüden kahrolurken, bir karış yaklaşmak ise ne kadar mutlu eder seni. Ama hiç vazgeçmez, bırakıp gitmezsin, eli eline teni tenine değmeden hayranlıkla sadece uzaktan sever ve seyredersin.
Bazen sen sevilirsin delicesine, bu kez senin haberin yoktur etrafını saran ateşten. Alevler sarmıştır seni seveni, senin buzdandır kalbin hiç aldırmazsın, farkında olmazsın yüzüne bile bakmazsın. İsteyerek yapılmış bir reddediş değildir bu, fark edememedir karşındakini. Aklında yoktur öyle biri, çünkü sen o gözle görmezsin karşındakini!
Nadir de olsa karşılığını bulmuş aşklarda vardır, dünyada buna karşılıklı aşk derler. Ruh ikizini bulmuştur artık, hiç bıkıp usanmadan ölene kadar devam eder! Dedim ya o iki kişi arasındadır ve doyasıya yaşanır, kimseleri görmeden gözleri, yürekten süzülür gelir nehir gibi sevgileri. Bir birlerinin gözlerin de gördükleri gerçek aşkları, dünyanın üzerine yıldızlar yağdırır bulutlu geceler de bile.
Bir de aşklarını gürültülü yaşayanlar vardır aramızda, komşumuzdur  onlar, akrabamızdır veya ailemizdir. Ne beraber yaşayabilirler nede ayrı, alışmışlardır bir kez birbirlerine. Gözlerinde ki nefrete bakıp, bırakmak isterler bırakamazlar, kalmak isterler kalamazlar. Arafta gibi bir evliliktir onların ki ne cenneti nede cehennemi seçemez, tek gidiştir onların bileti mecburi istikamet gibi. ölene kadar geri dönüşleri olmayan, rotalarında ki her konaklama yerinde mola vere vere ilerlerler evlikleri bu yolda.
       Ya da aşkın çok gereksiz olduğunu savunanlar vardır benim gibi. Aşk onlara öyle uzaktır ki alınmazlar bile üzerlerine, aşktan korkarlar, sahip çıkmazlar, bu güne kadar çıkmadıkları gibi. Aşkın fazlasından! Azından!  Sevdiğini bilmeden kırmaktan!  Saçının bir teline dahi zarar verilmesine dayanamadığı sevdikleriyle beraber ölene kadar,  bitmek tükenmek bilmeyen bu korkularıyla baş başa yaşarlar!  Aşk korkaklarıdır bunlar! Teşhisi vardır ama tedavisi yoktur bu derdin, sadece sürünürler ölene kadar...
                                                                      Meral bağcı…

10 Ağustos 2015 Pazartesi

aman doktor, canım doktor!

28 _04 _2011  

Doktor ve hastane sağlığımız bozulduğun da ilk aklımıza gelen kelimelerdir.  Ya kendimiz ya da yakınlarımız hastalıkla cebelleştiğin de ararız, onlar hep ordadırlar, ya nöbetçi, ya icapçı.  Bizler için çabalar, uyku uyumaz, yemek yemez, gezemez, ama dayak yer, küfür işitir, şikâyet edilir, bulunduğu yerden sürülür. (aslın da beş para etmeyen uyuz bir kaç kişi yüzünden) bunun yanı sıra elleri öpülür, hediyelere boğulur ve çoğu zaman minnetle anılır. Bunlar hastalığın önemi ve yanında ki refakatçinin mizacına göre değişen hareketlerdir.   Bu konulara doktorla evli olmamdan kaynaklanan bir aşinalığım vardır. Her ne kadar ev de hazır ve nazır sürekli elimizin altında bulunan çocuk hekimi himayesinde yaşıyor olsak da,  elde olanın kıymeti olmaz mantığı hüküm sürer bizim ev de. Çocukların gözün de hep öğretmenin söyledikleri doğrudur da, anne baba hiç bir şey bilmez ya! Durum aynı öyle evde ki bizim doktor bir şey bilmez!  Ben bir dâhiliye ye gideyim ya da hayatım sen o konuda uzman değilsin ki! Gibi rencide edici kelimeler geçer aramızda, eşime doktor değilmiş gibi davranırız. Aslın da bu bilinçli hasta ya da çokbilmiş ukala hasta sendromudur. Eşim de ne haliniz varsa görün diye boş verip başından savar bizi, ne yapsın söz dinletemez garibimJ
     Üst üste gelen bazı sıkıntılar, beni de doktor ve hastane ile haşır neşir ediyor. On yedi yaşımdan beri bel ağrısı çeken bir hastayım, omurgalarım hizada dur komutuna karşı gelmiş bir ileri bir geri düzeni bozmuş durum da. Ameliyat şart diyen doktorlar sarmış etrafımı ben onları hiç sevmiyorum zorlamı! J Ameliyat olma diyen doktorlar bulsam bende hediyelere boğacağım. J  Hepsi ağız birliği yapmışçasına beni kendilerinden soğutmaya uğraşıyorlar, ben de kaçmakla, bakalım kim önce yorulacak. Ben umurlarındamıyım sanki beli ağrıyan, acı çeken, yürüyemeyen, iş yapamayan benim onlar değil. Bu yarışa 1-0 yenik başlayan da benim. Yorulan da ben olacağım tabi ki, ameliyattan korkmuyorum,ama bu bel ameliyatı biraz riskli tırsıyorum işte, gene de bu maçı alacağım başka yolu yok. Ameliyat son durak! kader değip yatacağım insaflı doktorların, insafsız neşterlerinin altına… 
     Bu stresle yaşarken başka sıkıntılar da üzerime geldi, bardak zaten dolmak üzereyken peş peşe gelen damlalar bardağı taşırdı. Bıçak sırtın da akrobasi yapmak da olan psikolojim allak bullak oldu.Dört duvar arasın da sıkışmış buldum kendimi, dertler üzerime zincirden boşalmış gibi geliyordu. Bir kuyunun dibin de ışıksız ve merdivensizdim, çıkmaya çalıştıkça ellerimin kelepçeli olduğumu fark ettim kurtulamıyordum. Bağırıyordum sesimi kimselere duyuramıyordum,  her zaman çok güçlü bir kişiliğe sahip olduğumu sanırken yanıldığımı anladım. Yardıma ihtiyacım olduğunu sonun da kabul ettim, buda benim rahatsızlığımı tedavi ile onurlandıracağımın müjdecisiydi.  
     J  Sonun da bir psikiyatristin kapısın da aldım soluğu yani (deli doktorunun), sorunlarımı söyledim. Dinledi ve Allah Allah bunlar mı? sorun der gibi baktı bana, sonra fikri değişti nedense! L Ben biraz utangaç daha çok da ukalaca, ama ben çoook akıllı ve kuvvetli biriyim aklım bana hiç oyun oynamadı bu güne kadar; şimdi tutturdu hadi saklambaç oynayalım diyor, diyecektim ki nerde olduğumu hatırlayıp sustum. J  Birden gözümün önüne akıl ve ruh sağlığı hastanesi geldi! Ne olur ne olmaz diye sakinleşip, bu güne kadar böyle şeyler yaşamamıştım diye kısa kesip daha mantıklı sözler ettim.
Ama doktorun psikiyatrist oluşundan ve benim gibilerle çok karşılaşmış olmasından dolayı, o kadar dikkatle seçilmiş lakırdılarımı yutmadı tabii. Kafamda ki telleri biraz sıyırmış olduğumun kanısına varmış olmalı ki reçeteye ilaçları sıraladı. Benim kemlerimi ve kümlerimi hiç takmadı,  (anlamsız iki kelime olduğundan olabilir mi?) İyi huylusun, selvi boylusun gibi yağcılıklarım da fayda etmedi. Hatta bin derenin hepsinden su bile getirdim, Nuh dedi peygamber demedi doktor L Naçar kesikliği ile aldım reçeteyi elime, doktorun fikrini değiştiremedim ya!  Savaşı kaybetmiş, süngüsü düşmüş bir asker gibi boynum bükük çıktım doktorun odasından. Eşim aynı hastanede başhekim, hemen yanına daldım, biraz önceki süngüsü düşmüş er halim yerini panter gibi saldırgan halime bıraktı. Yüzüme üzgün ve sinirli bir ifade takındım, ( nasıl oluyorsa bu ifade J) başladım doktoru ispiyonlamaya! Bire bin katarak:  Ben ilaç kullanacak kadar hasta değilim,Ben delimiyim, sadece biraz sıkıntılıyım neden ilaç yazdı bu uyuz doktor,Ya sen ara da bir hesap sorsana gibi benzer bir sürü şey söyledim. Bana baktı ve  ben karışman doktorumun işine, hem ben bilmem dalım değil, ben o konunun uzmanı da değilim diye taşı da gediğine koyuverdi! Sonra e uyuyamıyorum, çabuk sinirleniyorum, kimseyi görmek istemiyorum ve hiç bir şeye tahammülüm kalmadı diyen sen değimliydin, bunun için gelmedin mi doktora dedi. Evet dedim ama ben deli değilim. Allah var şu an deli değilsin, ama delirmenin eşiğin de oturmuş deliler gurubuna mı, akıllılar gurubuna mı katılsam diye düşünüyorsun deyip dalga geçerek güldü. Arkama kimseyi alamadığım için kös kös evin yolunu tuttum. Doktorumun bir konu da hakkını yememeliyim, eşimin o kadar ısrarlarına rağmen sigarayı şu an bırakmamın uygun bir zaman olmadığını söyleyip beni iç ve dış tehditlerden kurtardı. Zaten söylediği onca sözden kulağıma sadece bu küpe oldu. Sanki doktora sadece sigarayı bırakmamam gerektiğini söyle diye gitmişim gibi bir intiba bıraktı bende. Eşimin her şu sigara diye başlayan kelimelerini; aaaa doktor ne dedi duymadın mı? Merdivenleri teker teker çıkacağım, sonra koşarım beni rahat bırak diyordum. Birkaç gün sonra doktoruma tekrar gittim, ilaçlarımı kullandığım halde sıkıntılarımın azalmadığını söyledim.Bana boşlukta olduğumu ve kendimi oyalayacak bir şeyler yapıp, yapmadığımı sordu.Bende üç dört hafta ebru kursuna gittiğimi, e biraz acemice ve çocukça yazılar yazdığımı söyledim.      Sağ olsun, kendi yazmış kadar sevindi?      Neden ebru sanatına devam etmediğimi sordu,      Fazlası beni bozar dedim.      Bana bir cevap vermedi ama yüz ifadesi çok şey anlattı. J L     Yazılarımı sordu nasıl şeyler diye?     Biraz önceki cümlemi tekrarladım, acemice makale, şiir ve romana benzer bişeyler dedim,     e çok güzel yazmaya devam edin sakın bırakmayın, kafanızdaki yorgunluğu ve takıntınızı atarsınız dedi.    Ama yazdıklarımı okuyunca kendimden tırsıyorum, valla dedim,     Tekrar aynı şaşkın yüz ifadesi belirdi yüzün de, L J  içinden vela havle, vela kuvvetin! çattık belaya deyip, dışından da nasıl yani dedi?    Yazılarım da, ya kendime ya da başkalarına zarar verecek insanların kasvetiyle yazılmış kelimeler görüyorum dedim.     O zaman bu aralar sakın yazma dedi.Yani oda benim gibi, ne diyeceğini bilemedi J     Eve geldiğim de kendi kendime çok güldüm, doktorun söylediklerime verdiği cevaba! Aynı deve kuşu misali başını kuma göm sen kimseyi görmeyince kimse de seni görmez. Eğer içimde ki kasveti yazmazsam ortaya çıkmayacak, bende bu karamsarlıktan çıkmış mı olacaktım? Bu teklif hem komik hem de saçma, yazsam da yazmasam da içimden geçenler bende ki sorunun ta kendisi değil mi?Neyse yaz da yazdığın ne menem şeylerse onları iyileşene kadar okuma diyebilirdi aslında.Sağ olsun o gene de elinden geleni yaptı. Doktor değil allameyi cihan da olsa  dedim ya serde ukalalık tam tekmil bu aralar kimse yaranamıyor bana.    Velhasıl, doktorun tavsiyelerine uydum ve zoraki de olsa ilaçları kullandım , (ama yazmayı asla bırakmadım ona inat ). Bir müddet sonra uyku düzenim yerine geldi, uçuk kaçık halim de teşrif etti, tahammülsüzlüğüm beni terk etti.  (hiç üzülmedim buna valla) KDV olaraktan bir sükûnet, bir sakinlik buyurdu ki üzerime hiç sormayın, eline vur ekmeğini al kıvamını buldum, bu benim hiç sevmediğim, hatta nefret ettiğim, hiç de uygulayamayacağım bir meziyettir.Hemen doktora gittim, bende ki bu değişimin çevremi nasıl da memnun ettiğini anlattım. Hatta bir kurul oluşturdular yakında sizi ziyarete hazırlanıyorlar, gelecek size plaket verecekler dedim! Çoook sevindi.   Sizde tedaviden memnun kaldınız mı diye sordu?   Evet ya, aynı külkedisi gibi salak biri oldum sayeniz de dedim, sakince! ben de çok memnunum bu halimden , hatta o kadar çok memnunum ki sizin için bir suikast planı hazırladım dedim. Bir an önce ortadan kaldırılmanızı uygun gördüm, diye de ekledim J.     Doktor çok kibar bir beyefendi hiç üzerine alınmadı, şaka yaptığımı sandı galiba ama gene de beni mayıştıran ilacı hemen kesti. Böylece kendini güvence altına almayı da ihmal etmemiş oldu.Eski kişiliğimi buldum, normal deli halime geri döndüm. Sabırsız ve inatçı olan, aptal ve nemelazımcı olmayan, hoşgörülü ama esnek olmayan yani nabza göre şerbet vermeyen,  doğrucu davut huylarıma çok şükür tekrar kavuştum. Bunun yanın da uykusuzluğum, huzursuzluğum, aşırı stresim ve insanlara karşı olan tahammülsüzlüğüm gitti. Offf kendimle dalga geçmeyi çok severim arada başkaları da kaynar, bu kez piyango doktora isabet etti kusura bakmasın. O hasta desin, ben dedim ya hoşgörülü bir insanım aldırmamJ  Bence iyilik ve kötülük gibi delilik de her insanın için de vardır. Aslın da beynimizin bir kenarın da uyku pozisyonun da bekler, arada bir uyanır. Kiminin deliliği kış uykusunda dır çok zor uyanır, kiminin ise kuş uykusundadır  en ufak tedirginlik de hemen açar gözlerini.İkilemler yaşarız hayatımız boyunca, huzurlu,mutlu iyi günler yaşarken güç toplarız, onları zor günler için depolarız. Keder ve kötülüklerle savaşta bu depodaki güçleri kullanırız, bunlar dışardan gelen tehditler için bizim silahlarımızdır,  karşı koymamızı ve sıkıntıları hasarsız atlatmamızı sağlarlar. Eğer mutlu ve huzurlu günlerimiz  azalır, bununla beraber güç rezervlerimiz yetersiz kalır ya da tükenirse bir anda sigortalarımız atar ve kendimizle olan savaşımızı kaybeder delleniriz.Tabi bilim bunu bu kadar basit anlatmaz, anlatsa adı bilim olmaz. J insanlar kafası karışmadan her şeyi çok çabuk anlar, bilime ve bilim adamına da gerek kalmaz. Bu yüzden evirip çevirip zora koşarlar ki kimse anlamasın diye, J benim gibi kolay anlatan dâhileri de göz ardı ederler.J( çoook alçak gönüllüyümdür çoook)                                                                      son

iyi olmak mı, kötü olmak mı?

27 nisan 2012 

Benim hiç yasaklarım yok aslın da, ama hiç özgürlüğüm de yok! Bunun nasıl bir ikilem olduğunu bilemiyorum, araştırıyorum ama nafile! Hayatım da hep bir eksik şeyler var gibi, ama ne olduğu meçhul. Uğruna savaşacak bir şeylerim olsun! Söylenecek sözlerim olsun! Sırlarımı paylaşacak dostlarım olsun! Ardım da bıraktıklarım çok üzülmesinler, ama beni çok özlesinler, bunları istiyor muyum yoksa istemiyor muyum? Kendimden hiçbir şey anlamıyorum bu aralar, çelişkilerimle baş başa dövüş çekiş bir gün bir iyi, gün kötü yaşayıp gidiyorum.
Birgün yıkıp yakmak istiyorum çevremi, sonra tekrar kurmak kendi gönlümce!  İyileri bir tarafa,  kendimi kötülerle beraber diğer tarafa koymak istiyorum.  İkisinin arasına Araf gibi bir yer kurmak niyetim, iyiliği de kötülüğü de içinde barındıranları buraya yerleştirmek, istedikleri tarafı özgürce seçsinler diye.
Ölümden sonra Cennet ve cehennem vardır.  Dünya ise bazen her şey beyaz, bazen de siyahtır, istediğin gibi istediğin yerde yaşa diye. Allah akıl vermiş bir şey ya vardı ya da yoktur, ama benim için öyle değil bir türlü bulamıyorum doğru yolu.  Cennetimi? Cehennemi mi?  Seçeyim.  Hatalar ve şanssızlıklar sanki benim için yaratılmış, mıknatıs gibi hepsini üzerime çekiyorum, sonra yaptığım o basit hatalara oturup gülüyorum! Şanssızlıklar içinse üzgünüm ama elimden bir şey gelmiyor…
 Ömür törpüsü hiç vakit harcamadan çalışıyor, ömrümü, gücümü tüketmeye ve yontmaya! Zaman sanki sürekli aleyhime işliyor durduramıyorum. İçimde ki kin yerini nefrete bırakıyor!  Nefretimi kendime siper ediyorum ve şeytanın en çok sevdiği günahlara sarılıyorum! Kin ve kibir, bir getto gibi sarıp sıkıştırıyor beni duvarların arasın da. Duygularım kör bıçak gibi soğuk!  Bileteyim diyorum kırılıyor, elim tamamen boşta kalıyor!
Duygusal insanlara gıpta ile bakıyorum, ben neden bu kadar soğuk ve duygusuzum diye, kendimle savaşıyorum!  Ne yazık ki savaşta da hep kaybeden taraf ben oluyorum.  Kendimi iyi hissettiğim günlerim de yaşlıları, hastaları ziyaret ediyorum, dostlarımın gönüllerini alayım diye sohbet ediyorum, içim gene de rahat etmiyor ne ben mutlu oluyorum ne de onlar. Sanki hepsini rahatsız ediyorum, üzüyor, hüzünlendiriyorum, yani derman olayım derken dert oluyorum, ya da ben öyle sanıyorum.
 Tepemde karabulutlarla beraber geziyorum çoğu gün,  sürekli şimşekler çakıyor, yağmur sicim gibi iniyor üzerime, beni sırıl sıklam ıslatıyor. Korkularla yaşıyorum, bir türlü baş edemediğim, ne olduklarını dahi bilmediğim korkularla! Bu kadar güçlü görünürken çevrem de, nasıl oluyor da kendimi bu kadar güçsüz hissede biliyorum? Hem de korkunun ecele hiç faydasının olmadığını bile bile.
Her şeye boş veriyorum arasıra sadece kötü biri olup yaşasam diye hayal kuruyorum, kurduğum hayallerimden de korkuyorum. Hiç bir plan yapmadan yaşamak, bütün planları yırtıp atmak,  asi olup isyan etmek istiyorum! Amaçsız her yalanı yaşamak istiyorum! Gayem yalan olduğunu bildiğim halde, her vakti bomboş harcamaktır diyorum! Kahkaha atanların karşısına geçip ağlamak, ağlayanların karşın da eğlenmek! İçimde ki kinim ile herkese kan kusturmak!  Kara büyüler yapmak! Her şeyi boş vermiş olmak! Ağaçlarda ki çiçekleri dökmek, meyveye dönmeden! Göçmen kuşlara yanlış rota vermek istiyorum, kaybolsunlar gelmesinler bu sene!  Bilim adamlarına yanlış formül vermek, insanlığa iyilikleri dokunmasın diye!
 Vicdanımın sesine kulaklarımı tıkıyorum, tıkıyorum ki içimde ki iyilik beni engellemesin gün yüzüne çıkarmasın, hayalimde ki kötülüklerin hepsini sorunsuz yapayım diye. Ama gene de dayanamıyorum sonunda her sorunun zalimce de olsa çözümü olmak istiyorum! 
Bütün mühürleri elime alıp istediğim şeylere onay vermek, istemediklerimi reddetme gücümün olmasını! Hayatı yasaksız yaşamak istiyorum, yasak olan her şeyi yeyip içmek, yasak olan her yerde gezmek! Firari bir gönlüm var benim, berduş gibi beyhude gezmek istiyorum! Hayatı uçuk kaçık yaşamak, doludizgin bir kısrak gibi ne yönüm belli, ne de yörüngem belli olsun diyorum. Zaman yolculuğu yapıp taş devrine gitmek istiyorum, teknolojiden uzak.  Ne yesem, ne içsem, ne okusam, ne giysem ve ne yazsam diye düşünmeden, tarih öncesin de yaşamak istiyorum!
İstiyorum ama, korkumun beni esir almadığı zamanlarda sakinleşip toparlanıyorum, öfkemin aklımı başımdan almasına izin vermiyorum. İçim de bir yerlerde saklı olan minicik sevgi tohumu ile kendimi frenliyorum. Öfkemi ufak tefek krizlerle geçiştiriyorum kimseye zarar vermeden. Kalbimin bu kadar kötü olmadığını biliyorum, kötülüklere boyun eğip, kendimi yok etmeme asla izin vermemeliyim deyip, kendimi ikna ediyor, her zaman ki gibi inatla ve içtenlikle sabrediyorum…
                                                Meral Bağcı

nevruz dileklerim!

  kış bitti sayılır, artık önümüz de sayılı soğuklar kaldı. kuşlar, ağaçlar, börtü böcek her şey bahar hazırlıklarına başladılar bile.  bu gün nevruz, bahar bayramı bizim adetlerimizdendir gidip bir akan suya dokuz taş atıp dilek dilemek. dileğimiz olur ya da olmaz, ne demiş atalarımız; isteyenin bir yüzü kara!
ben de her nevruz atardım dokuz adet taşımı, ama bu sene atmayacağım. geçen sene attığım dilekler, dilek kutusunda hala sırasını beklerken yüzsüzlük yapıp tekrar rahatsız etmeyim ilgili merciyi diye düşündüm. çünkü dilek sıram geçen sene ile aynı yani değişen bir şey yok!!!
  
     yazdığım beş dilek var;  beşi de duruyor hiç olmadan,
ben bunları buraya yazıyorum ki! eğer dilek kutusundan düşmüşse bulunmayan görünmeyen bir yere yüce yaradan görüp okusun en azından diye. bazı şeyleri dillendirmeye gerek yok, bir bakışla da anlaşılır her şey. benim dileklerim de öyle illa suya atmaya, batıla takılıp kalmaya gerek yok. ben hep aynı yerdeyim lafı sözü bir insanım, dakikada fikir değiştirmem, dileklerim de hep aynı yerde her zaman bekliyor olacağım dileklerimin kısmet olmasını teker teker.

bu gün bakınca sadece bir tanesi olmuş 6 senede! olan dileğin yerine ben bir tane daha ekledim gene 5 dilek lik hakkımı kullanacağım ilanen duyurulur...

ben buyum,bu benim!!!

 Benim sessizliğim, dışarıdan esip savrulan kar fırtınası gibi gürültü çıkarıyor.  Gelen seslerin hepsini siliyorum, sanki hiç yaşamıyorlar gibi.  Sadece kendi sessizliğimle sohbet ediyorum, olması gerekenler yaşanıyor, yaşanmış olmak için. Saatler bir yarış içerisin de bir birini kovalıyor, kovaladıkları benim yıllarımdan başka bir şey değil.
       Kimse bu dünya da kusursuz değildir, ben de sütten çıkmış akkaşık değilim! Sadece insanı küçük düşürecek zayıflıklardan ve üzerime gölgelerin gelmesinden kaçınırım! Hiç konuşamamak ya da konuşsam da dinleyenin olmamasıdır korkum! Zayıflıkları sevmem, ruhu ve kişiliği zayıf insanları da!
     Elimdeki korkularımla baş edeyim, yok edeyim diye çırpınırken daha yenileri filizleniyor geliyor elime! Nelerden, niye korktuğumu bilmeden yaşarım korkularımla. Yabancıların arasında kalmak, konuşurken saçmalamak, her doğrunun her yerde söylenmeyeceğini bildiğim halde, her yerde söyleyip dokuz köyden kovulup, onuncu köyü bulmaktır en çok korktuğum şeyler. Önce söylerim sonra neden çenemi tutamıyorum diye oturup döğünürüm.
   Sevgiden de korkarım fazlasından, azından, sevdiğimi kırmaktan, saçının teline zarar verilmesine dayanamadığım sevdiklerime kendim zarar vermekten. Bitmek tükenmek bilmeyen korkularımla baş başa yaşamaktandır en büyük korkum.
    Aslında Allahın yarattığı, alelade bir insanım herkes gibi! Bazen bir tarafım yapayalnız kalmak ister kuyunun dibinde ki taş gibi, diğer yanım dünyanın kalabalığına öyle bir karışır ki çiçeğin üzerine konan arının bal torbasına attığı çiçek tozlarının sesini duyabilirim kilometrelerce uzaktan. Sır Kâtibiyim, kimselerin yüreğimin derinlerine inmesine vize vermem.
   Arada gönlüme var git zalimlerin yanın da al nefesini diyorum, ne oralı olur nede terk eder oraları! Bazen bu kadar dikkat edip bir şeyler planlarken hayatım için, yaşanan diğer şeyleri ne yazık ki pas geçtiğimi, kaçırdığımı anlıyorum. İki arada kalıyorum ne beynim ne de gönlüm söz dinlemiyor! Her insan gibi iyilikleri de kötülükleri de içim de barındırıyorum! İyilerin yanın da iyi, kötülerin yanında da iyi oluyorum ve dışlanıyorum! Kendime başka biriymişim gibi dışarıdan bakabilmeyi istiyorum! Daha iyi görebilmek ve düzeltmek için hatalarımı! Ama yapamıyorum sadece düşüncem de kalıyor bu fikirlerim!
   Sevdi mi yüz kez aynı şarkıyı dinleyebilen, yüz kez aynı filmi izleyebilen tuhaf bir kadınım! Farklılıklarımın farkındayım, her ne şekilde olursam olayım günahlarımı da sevaplarımı da biliyorum kendimi böylece kabul ediyorum, dalga geçebiliyorum tuhaf huylarımla! Sanki başka bir alternatifim varmış da, bunlardan ha deyince kurtulabilirmiş gibi!
     Egom biraz büyüktür ama asla kimseyi küçümsemem! Kötülük düşünmem! Beddua etmem! Pek belli etmesem de acı çekenlere asla dayanamam! İçim onlarla beraber yanar ve erir, acılarına ortak olurum elimden geldiğince!
    Gururluyum aşırıya kaçmasam da! Kişiliğimden asla ödün vermem! Aklın üstünlüğünün söz konusu olduğu sürece gururun hep var olacağını düşünürüm! Hele de geçmişi bu kadar temiz ve başarılı Türk toplumuna mensup olmak bile yetmez mi benim bu kadar gururlu olmama. Kendimi hep asil olarak görür, asaletimin damarlarımda ki kandan geldiğini bilirim.
    Küçük insanlarla bir işim olmaz en fazla selamlaşırım! Uğraşmam bir şey bilmeyen ve öğrenmek istemeyenlerle! Ben de büyük bir insan değilim ama en azından orta halli olmak içindir bütün çabam! Ot gibi yaşamak da istemem! yaşayanları da sevmem, elimden bir şey gelmese de, bir şey yapamasam da, yapılması gerekenlerin neler olduğunu ve doğruyu, eğriyi sürekli öğrenmek isterim!
   Hiçbir şey hakkın da hiçbir bilgisi olmayan ya da sabit fikirlilerle de işim olmaz ! Onlarla yormam kafamı ve ağzımı, asla bir tartışmaya girmem,. Küçük insancıklara dünyanın en büyük beyinli adamını getirsen de, anlatsa bütün gerçeği ve doğruları apaçık, dinlemezler! Dinleseler bile hiçbir şey anlayamazlar! çünkü sıfır km. kullanılmamış bomboş örümcek ağlı beyinleri vardır onların! bu yüzden de hiç yedek parça ihtiyaçları yoktur, bitkisel bir şekilde çooook mutlu yaşarlar.
    Yaşam felsefem önyargılıdır iyilik üzerine! Her gördüğüm insana önce iyi diye bakarım, sonra güzel bir kazık yerim o iyi gibi insanlardan! J Gözümden düştü mü birisi, feriştah olsa çıkamaz düştüğü yerden tekrar yukarı bir karış bile! Çabuk vazgeçmem, sabrederim ilk başlarda, bir kez ardımı döndüm mü o ebediyen ölmüştür benim için! Ben yanılmış veya yanlış anlamış olsam bile asla geri dönmem! Hatamı kabul ederim ama konuşmam daha onla.  Artık yoktur hayatım da öyle biri, ben yok sayınca kaybolacağını umarak hiç görmezden gelirim! Kredi ben de çoktur ama, her kredi bir gün tükenir hayatta! 
   Kindir bunun adı L şeytanın en çok sevdiği günah! L Bana ceza olarak verilmiş bir huydur, asla vazgeçemediğim! Günah olduğunu bildiğim halde bir türlü yok etmeyi başaramadığım!
    Zaman herkesin olduğu gibi benim de aleyhime işliyor! Doğar doğmaz, başlıyoruz yaşlanmaya! Aslın da hiç yakalayamayacağım zamanı kovalıyorum sürekli! Çünkü çok çabalasa bile hakikatten hızlı, hiç kimse koşamıyor ardından!
    Dünyanın benim etrafım da dönmediğini biliyorum, ben güneş değilim ki!  İnişler ve çıkışlar yaşıyorum bütün insanlar gibi! Bu aralar zincirden boşanmış gibi üzerime gelen sıkıntılarla hiç uğraşasım yok! Boş vermişlik işledi ruhumun derinliklerine! Beklide bırakmalıyım bir şeylerin peşinden koşmayı! Koştukça batıyorum elimi attığım her şey ile beraber! Daha dibe vuruyorum! Ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim engelleyemiyorum olacakları! Vazgeçiyorum savaşmaktan, yoruldum artık diyorum!
    Çevremde her şeye rağmen iyidir görünen yüzüm, genelde iyi derler bana! Arkamdan da kötü bir söz gelmedi kulağıma şimdiye kadar, kendini beğenmişliğim dışın da! J Valla ben onların yalancısıyım, gerçekten iyi gün dostlarımın J
   Bazen bir zeyna gibi savaşçı olan ruhum, bazen da böyle külkedisi kıvamına geliyor. Prangalarla sabitlenmiş gibiyim bu melankolik halime, bırakıp gidemiyorum da, olduğum yerde de kalamıyorum! Dedim ya ben bu aralar tuhaf bir insanım, ne sağım bellidir benim, nede solum J başkalarının yanın da oynadığım mutluluk oyununun son perdesindeyim, alkışlar eşliğin de ineceğim sahneden, polyanacılık rolümü artık bırakıyorum!
  J J J Zeynalığımı buldum artık savulun Battalgazi geliyorJJJ

2007 den yine savaş!

 bu kaçıncı sefer bilinmez ama, yine burnumuzun dibin de bir savaş.
bunlar bizim savaşlarımıza benzemez, karşı durulması gereken ırk! bizi hep sırtımızdan vuran ırk!saldıran ise yedi düvel. bu savaş bizimle ilgili değil, bizim içine dahil olmak istediğimiz bir savaş değil!  ama biz dışarı da duramayız bir olay varsa önünü ardını düşünmeden bodoslama dalarız kargaşa okyanusunun tam ortasına! bodoslama atlamanın sonucu  her gün şehit haberleri ile uyanıyoruz...

2007 den

   Aslın da hiç canıma kasteden olmamasına rağmen, kan davalı gibi yaşıyorum hayatı. hep ardıma bakarak yürüyorum yolları...

2007 den çekingenim çekingen

     hırsız gibi hissediyorum bu aralar kendimi, çalacak hiç bir şey bulamayan hırsız.göz gezdiriyorum çevreme kaçamak bakışlar atıyorum. göz göze gelemiyorum hiç kimseyle çocukluktan beri. göz teması bile çalamıyorum insanlardan nedense. başımı kaldırmam gözlerim hep yer de gezerim alnım açık olduğu halde, çekingen bir tarafım var etrafı takmadığım halde!
     yazılara döküyorum aklım da olan konuları, çekingen tarafım ağır basıyor gene. ya yazılarımı okurlar da bana yorarlar diye, kimseye hesap vermek istemiyorum, kimse de bana sormasın mümkünse!  görünenin aksine   çekingenim çekingen...

20027 den

etrafım da o kadar çok hasta var ki! yada kendini hasta sanan, benim canımı yakan ağrılarımı kimse hissetmesin diye dişimi sıkıyorum. ağrıyan yerlerimi kimseye göstermeden içinden atıyorum çığlıklarımı.

tembellik çok güzelmiş yaaa!

gidip gezmek istemiyorum hiç bir yeri, görmek istemiyorum hiç kimseyi. sadece oturmak istiyorum sandalye tepesin de yorulana kadar. tek başıma ağzımı açmadan konuşmak. trip atıyorum aslın da kendi kendime, sonra benle oturup  hiç bilmediğim halde satranç oynuyorum ve hep ben kazanıyorum :) iş yapmamanın ve tembelliğin kitabını yazıyorum, yapacaklarımı sıraya koyuyorum bu sıra o kadar uzun ki! beyim yoruluyor tekrar dinleniyorum. of ya gene çok yoruldum....

2007 den bir defter buldum güzel şeyleri kaybetmeyelim :)

   2007 de amma karamsarmışım abiiii
Aslını yitiren haramzade der atalarımız,biz bu aralar hem aslımızı hem de kopyamızı kaybettik. arayıp duruyoruz çaresizce bulur muyuz bilemem! bulsak da tekrar kaybederiz hiç kıymetini bilmeden, iyi olan hiç bir şeyin kıymetini bilmediğimiz gibi!
öldüğüm de kaybolan bedenim olur; sevdiklerim beni unuturlarsa işte ben o zaman gerçekten ölürüm...