29 Nisan 2011 Cuma

Sonbahar;


Sudan çıkmış sıpa gibi, gezerim yağsın yağmur,
Şemsiyem elimde ama paçalarım yine de çamur.
Rengarenk yapraklar yerde ,çiğnerim haşır huşur,
Çıkar içimde ki çocuk, coşar durmaz bu bahar,
En çok sevdiğim mevsim, hazan dolu sonbahar.

Çocuklar su birikintisin de, firarice tepinirler,
Korkmazlar hiç kirlenmekten, kızar mı anneler?
Katılırım aralarına, aldırmam başkaları ne der!
Zıplarım ben de onlarla, ıslanırım bir güzel! 
Beni çıldırtan bu mevsime, bazıları da güz der?


Tanımasam da, herkese güler selam veririm,
Verdiğim her selama da, karşılığı mı beklerim.
İçimde ki hınzırlık neşelidir bu mevsim, bilirim.
Birilerinin kuyruğuna basıp kızdırmayı severim,
Yağmurunu da sevdiğim, sarıdır her yer bu mevsim.

Sustum ve Anladım!

Ben soğuk ve sert bir iklimde doğdum, bu iklime baş kaldırmadan, sadece sustum.
Bildiğimin en iyisini yapayım derken, kendimi enderin kuyuda sahipsiz buldum.
hortlasın kişiliğim, yollara düşeyim dedim, yine sabrettim, karalar bağladım
Çatıştım içimde ki ben ile, kaybeden gene ben oldum oturup için için ağladım.


Hatalardan ders almayanların yanın da, koyun sürüsü gibi her söylenene uydum.
Benim belli özelliğimdir sabırsızlığım, sessizliğime ve sabırlılığıma kahroldum.
Ne gözüm yaşaracak kadar ağlayabildim, ne de karnım ağrıyacak kadar güldüm .
Doğruları bildiğim halde yanlışları seçtim, feryat ettim ama sessizdi çığlıklarım yine sustum.

Ben hayatı bir yalanın içinde yaşadım, huzur bulayım derken elimdekini kaçırdım.
Cesaretim yoktu, haksızlıklara göz yumdum, sonra tüm dertlerimi kapattım, sır kâtibi oldum .
Karanlığın ardından güneşin doğduğunu görünce, sabrettiğim herşeyi geride bıraktım.
Her geceyi aydınlatan bir ışığın  olacağını, sonunda  mutluluğu bulacağımı anladım!

28 Nisan 2011 Perşembe

4. bölüm: hasta, doktor...

  
Velhasıl, doktorun tavsiyelerine uydum ve zoraki de olsa ilaçları kullandım , (ama yazmayı asla bırakmadım ona inatJ). Bir müddet sonra uyku düzenim yerine geldi, uçuk kaçık halim de teşrif etti, tahammülsüzlüğüm beni terk etti.  (hiç üzülmedim buna valla) KDV olaraktan bir sükûnet, bir sakinlik buyurdu ki üzerime hiç sormayın, eline vur ekmeğini al kıvamını buldum, bu benim hiç sevmediğim, hatta nefret ettiğim, hiç de uygulayamayacağım bir meziyettir.
Hemen doktora gittim, bende ki bu değişimin çevremi nasıl da memnun ettiğini anlattım. Hatta bir kurul oluşturdular yakında sizi ziyarete hazırlanıyorlar, gelecek size plaket verecekler dedim! Çoook sevindi.
   Sizde tedaviden memnun kaldınız mı diye sordu?
   Evet ya, aynı külkedisi gibi salak biri oldum sayeniz de dedim, sakince! ben de çok memnunum bu halimden , hatta o kadar çok memnunum ki sizin için bir suikast planı hazırladım dedim. Bir an önce ortadan kaldırılmanızı uygun gördüm, diye de ekledimJ
     Doktor çok kibar bir beyefendi hiç üzerine alınmadı, şaka yaptığımı sandı galiba ama gene de beni mayıştıran ilacı hemen kesti. Böylece kendini güvence altına almayı da ihmal etmemiş oldu.
Eski kişiliğimi buldum, normal deli halime geri döndüm. Sabırsız ve inatçı olan, aptal ve nemelazımcı olmayan, hoşgörülü ama esnek olmayan yani nabza göre şerbet vermeyen,  doğrucu davut huylarıma çok şükür tekrar kavuştum. Bunun yanın da uykusuzluğum, huzursuzluğum, aşırı stresim ve insanlara karşı olan tahammülsüzlüğüm gitti.
Offf kendimle dalga geçmeyi çok severim arada başkaları da kaynar, bu kez piyango doktora isabet etti kusura bakmasın. O hasta desin, ben dedim ya hoşgörülü bir insanım aldırmamJ
Bence iyilik ve kötülük gibi delilik de her insanın için de vardır. Aslın da beynimizin bir kenarın da uyku pozisyonun da bekler, arada bir uyanır. Kiminin deliliği kış uykusunda dır çok zor uyanır, kiminin ise kuş uykusundadır  en ufak tedirginlik de hemen açar gözlerini.
İkilemler yaşarız hayatımız boyunca, huzurlu,mutlu iyi günler yaşarken güç toplarız, onları zor günler için depolarız. Keder ve kötülüklerle savaşta bu depodaki güçleri kullanırız, bunlar dışardan gelen tehditler için bizim silahlarımızdır,  karşı koymamızı ve sıkıntıları hasarsız atlatmamızı sağlarlar. Eğer mutlu ve huzurlu günlerimiz  azalır, bununla beraber güç rezervlerimiz yetersiz kalır ya da tükenirse bir anda sigortalarımız atar ve kendimizle olan savaşımızı kaybeder delleniriz.
Tabi bilim bunu bu kadar basit anlatmaz, anlatsa adı bilim olmaz. J insanlar kafası karışmadan her şeyi çok çabuk anlar, bilime ve bilim adamına da gerek kalmaz. Bu yüzden evirip çevirip zora koşarlar ki kimse anlamasın diye, J benim gibi kolay anlatan dâhileri de göz ardı ederler.J( çoook alçak gönüllüyümdür çoook)
                                                     son

3: Hasta ve Doktor;

 Birkaç gün sonra doktoruma tekrar gittim, ilaçlarımı kullandığım halde sıkıntılarımın azalmadığını söyledim.
Bana boşlukta olduğumu ve kendimi oyalayacak bir şeyler yapıp, yapmadığımı sordu.
Bende üç dört hafta ebru kursuna gittiğimi, e biraz acemice ve çocukça yazılar yazdığımı söyledim.
      Sağ olsun, kendi yazmış kadar sevindi?
      Neden ebru sanatına devam etmediğimi sordu,
      Fazlası beni bozar dedim.
      Bana bir cevap vermedi ama yüz ifadesi çok şey anlattı. J L
     Yazılarımı sordu nasıl şeyler diye?
     Biraz önceki cümlemi tekrarladım, acemice makale, şiir ve romana benzer bişeyler dedim.
     E çok güzel yazmaya devam edin sakın bırakmayın, kafanızdaki yorgunluğu ve takıntınızı atarsınız dedi.
    Ama yazdıklarımı okuyunca kendimden tırsıyorum, valla dedim,
     Tekrar aynı şaşkın yüz ifadesi belirdi yüzün de, L J  içinden vela havle, vela kuvvetin! çattık belaya deyip, dışından da nasıl yani dedi?
    Yazılarım da, ya kendime ya da başkalarına zarar verecek insanların kasvetiyle yazılmış kelimeler görüyorum dedim.
     O zaman bu aralar sakın yazma dedi.
Yani oda benim gibi, ne diyeceğini bilemediJ
     Eve geldiğim de kendi kendime çok güldüm, doktorun söylediklerime verdiği cevaba! Aynı deve kuşu misali başını kuma göm sen kimseyi görmeyince kimse de seni görmez. Eğer içimde ki kasveti yazmazsam ortaya çıkmayacak, bende bu karamsarlıktan çıkmış mı olacaktım? Bu teklif hem komik hem de saçma, yazsam da yazmasam da içimden geçenler bende ki sorunun ta kendisi değil mi?
Neyse yaz da yazdığın ne menem şeylerse onları iyileşene kadar okuma diyebilirdi aslında.

Sağ olsun o gene de elinden geleni yaptı. Doktor değil allameyi cihan da olsa  dedim ya serde ukalalık tam tekmil bu aralar kimse yaranamıyor bana.    

2: Hasta ve doktor;

       JSonun da bir psikiyatristin kapısın da aldım soluğu yani (deli doktorunun), sorunlarımı söyledim. Dinledi ve Allah Allah bunlar mı? sorun der gibi baktı bana, sonra fikri değişti nedense!L Ben biraz utangaç daha çok da ukalaca, ama ben çoook akıllı ve kuvvetli biriyim aklım bana hiç oyun oynamadı bu güne kadar; şimdi tutturdu hadi saklambaç oynayalım diyor, diyecektim ki nerde olduğumu hatırlayıp sustum. JBirden gözümün önüne akıl ve ruh sağlığı hastanesi geldi! Ne olur ne olmaz diye sakinleşip, bu güne kadar böyle şeyler yaşamamıştım diye kısa kesip daha mantıklı sözler ettim.

Ama doktorun psikiyatrist oluşundan ve benim gibilerle çok karşılaşmış olmasından dolayı, o kadar dikkatle seçilmiş lakırdılarımı yutmadı tabii.

Kafamda ki telleri biraz sıyırmış olduğumun kanısına varmış olmalı ki reçeteye ilaçları sıraladı. Benim kemlerimi ve kümlerimi hiç takmadı,  (anlamsız iki kelime olduğundan olabilir mi?) İyi huylusun, selvi boylusun gibi yağcılıklarım da fayda etmedi. Hatta bin derenin hepsinden su bile getirdim, Nuh dedi peygamber demedi doktorL

 Naçar kesikliği ile aldım reçeteyi elime, doktorun fikrini değiştiremedim ya!  Savaşı kaybetmiş, süngüsü düşmüş bir asker gibi boynum bükük çıktım doktorun odasından. Eşim aynı hastanede başhekim, hemen yanına daldım, biraz önceki süngüsü düşmüş er halim yerini panter gibi saldırgan halime bıraktı. Yüzüme üzgün ve sinirli bir ifade takındım, ( nasıl oluyorsa bu ifade J) başladım doktoru ispiyonlamaya! Bire bin katarak:  

Ben ilaç kullanacak kadar hasta değilim,Ben delimiyim, sadece biraz sıkıntılıyımNeden ilaç yazdı bu uyuz doktor,Ya sen ara da bir hesap sorsana

Gibi benzer bir sürü şey söyledim. Bana baktı ve  ben karışman doktorumun işine, hem ben bilmem dalım değil, ben o konunun uzmanı da değilim diye taşı da gediğine koyuverdi!

Sonra e uyuyamıyorum, çabuk sinirleniyorum, kimseyi görmek istemiyorum ve hiç bir şeye tahammülüm kalmadı diyen sen değimliydin, bunun için gelmedin mi doktora dedi. Evet dedim ama ben deli değilim.

 Allah var şu an deli değilsin, ama delirmenin eşiğin de oturmuş deliler gurubuna mı, akıllılar gurubuna mı katılsam diye düşünüyorsun deyip dalga geçerek güldü. Arkama kimseyi alamadığım için kös kös evin yolunu tuttum.

Doktorumun bir konu da hakkını yememeliyim, eşimin o kadar ısrarlarına rağmen sigarayı şu an bırakmamın uygun bir zaman olmadığını söyleyip beni iç ve dış tehditlerden kurtardı. Zaten söylediği onca sözden kulağıma sadece bu küpe oldu. Sanki doktora sadece sigarayı bırakmamam gerektiğini söyle diye gitmişim gibi bir intiba bıraktı bende. Eşimin her şu sigara diye başlayan kelimelerini; aaaa doktor ne dedi duymadın mı? Merdivenleri teker teker çıkacağım, sonra koşarım beni rahat bırak diyordum.

hasta ve doktor; yazı dizisi :1

 

   Doktor ve hastane sağlığımız bozulduğun da ilk aklımıza gelen kelimelerdir.  Ya kendimiz ya da yakınlarımız hastalıkla cebelleştiğin de ararız, onlar hep ordadırlar, ya nöbetçi, ya icapçı.  Bizler için çabalar, uyku uyumaz, yemek yemez, gezemez, ama dayak yer, küfür işitir, şikâyet edilir, bulunduğu yerden sürülür. (aslın da beş para etmeyen uyuz bir kaç kişi yüzünden) bunun yanı sıra elleri öpülür, hediyelere boğulur ve çoğu zaman minnetle anılır. Bunlar hastalığın önemi ve yanında ki refakatçinin mizacına göre değişen hareketlerdir.
   Bu konulara doktorla evli olmamdan kaynaklanan bir aşinalığım vardır. Her ne kadar ev de hazır ve nazır sürekli elimizin altında bulunan çocuk hekimi himayesinde yaşıyor olsak da,  elde olanın kıymeti olmaz mantığı hüküm sürer bizim ev de. Çocukların gözün de hep öğretmenin söyledikleri doğrudur da, anne baba hiç bir şey bilmez ya! Durum aynı öyle evde ki bizim doktor bir şey bilmez!
Ben bir dâhiliye ye gideyim ya da hayatım sen o konuda uzman değilsin ki! Gibi rencide edici kelimeler geçer aramızda, eşime doktor değilmiş gibi davranırız. Aslın da bu bilinçli hasta ya da çokbilmiş ukala hasta sendromudur. Eşim de ne haliniz varsa görün diye boş verip başından savar bizi, ne yapsın söz dinletemez garibimJ
Üst üste gelen bazı sıkıntılar, beni de doktor ve hastane ile haşır neşir ediyor. On yedi yaşımdan beri bel ağrısı çeken bir hastayım, omurgalarım hizada dur komutuna karşı gelmiş bir ileri bir geri düzeni bozmuş durum da. Ameliyat şart diyen doktorlar sarmış etrafımı ben onları hiç sevmiyorum zorlamı! J Ameliyat olma diyen doktorlar bulsam bende hediyelere boğacağım.J
Hepsi ağız birliği yapmışçasına beni kendilerinden soğutmaya uğraşıyorlar, ben de kaçmakla, bakalım kim önce yorulacak. Ben umurlarındamıyım sanki beli ağrıyan, acı çeken, yürüyemeyen, iş yapamayan benim onlar değil. Bu yarışa 1-0 yenik başlayan da benim. Yorulan da ben olacağım tabi ki, ameliyattan korkmuyorum,ama bu bel ameliyatı biraz riskli tırsıyorum işte, gene de bu maçı alacağım başka yolu yok. Ameliyat son durak! kader değip yatacağım insaflı doktorların, insafsız neşterlerinin altına…
Bu stresle yaşarken başka sıkıntılar da üzerime geldi, bardak zaten dolmak üzereyken peş peşe gelen damlalar bardağı taşırdı. Bıçak sırtın da akrobasi yapmak da olan psikolojim allak bullak oldu.
Dört duvar arasın da sıkışmış buldum kendimi, dertler üzerime zincirden boşalmış gibi geliyordu. Bir kuyunun dibin de ışıksız ve merdivensizdim, çıkmaya çalıştıkça ellerimin kelepçeli olduğumu fark ettim kurtulamıyordum. Bağırıyordum sesimi kimselere duyuramıyordum,  her zaman çok güçlü bir kişiliğe sahip olduğumu sanırken yanıldığımı anladım. Yardıma ihtiyacım olduğunu sonun da kabul ettim, buda benim rahatsızlığımı tedavi ile onurlandıracağımın müjdecisiydi.

27 Nisan 2011 Çarşamba

misafir düşünceler

düşünceler peş peşe gelir kemirir beynimi,
umarsızca girer aklıma ,oturur misafir gibi.
rehin olurum konuğa, boşaltamam beynimi,
buda yetmezmiş gibi, yargılar arsızca beni.



misafire sus derim,rahat bırak artık beni,
bıktırdın al git derim gereksiz düşünceni,
aldırmaz sözlerime,duymaz hiç söyleneni,
misafiri kovsam da, boşaltamam beynimi
.

Biz Neler Bekleriz?

                      

Evlenmek söz konusu olunca, gelin veya damat adayları  aileleriyle beraber hemen araştırmaya başlarlar. Kim, kime uygun, ne iş yapar, ailesi, boyu, posu ve yüzü nasıldır gibi şeyler sorulur. Aslında kader ağlarını örmüştür, beğenmeme  diye bir seçenekleri yoktur. Çünkü alın yazısı kesinlikle vardır, ama beklentiler de göz ardı edilemez, içlerin de ukde de kalsa!
Erkekler evleneceği bayan da çok şey ararlar!
Sadık bir sevgili,
Çocuklarına iyi bir anne,
Arkadaş, can yoldaşı, 
Biraz da yüzüne bakılır olsun,
Eeee  azıcık da, huy olarak kendi annesinin benzeri olmalı, erkekler için evleneceği kadın  LLL     
Ama kadınların istekleri çok mütevazıdir, böyle büyük beklentileri yoktur!       
Abartılı değil ufak tefek şeyler,JJJ
biraz kıvanç tatlıtuğ a benzesin,
Aklı az, parası çoook,
Son derece sadık, güven timsali ,
Sinirlenince bağırıp çağırdığımız stres topu,
Sana aşk ile bakan gözleri, ağzından hiç eksik etmediği sevgi sözleri.
Evdeki bütün işlerden anlayan ve alışverişini yapan uşak,
Vefakâr, cefakâr ve çocukların her ihtiyaçlarına evet diyen baba,
Arabada şoför, çocuk bakıcısı, futbol maçı değil dizi izleyen sabır küpü.
Hanımın ailesi gelince mutluluktan uçuyor gibi görünen tiyatro oyuncusu, vb.
JJ(böyle bir erkek bulan var mı?  ya da Allah böyle bir erkek yarattımı)JJ
               Görüyorsunuz arada ki farkı, bizlerle bu kadarıcık yeter!!!
         LŞeytan ayrıntıda gizlidirJ                        

AĞAÇLAR DA SEVER:))



       
Sevgi üzerine yazayım dedim, ama hangi sevgi? Düşündüm, düşündüm, hala da düşünüyorum. O kadar çok sevgi var ki hangisi? (İşin garibi, ben sevgisini gösterme özürlü bir insan olarak hayallerim bile kısıtlıdır bu konu da.)
 Bütün canlıların sevgilileri vardır, sadece insanlara özgü değildir sevgi ve ya aşk evrenin varlığının sebebidir. Bütün canlıların aşkı biterse, bu dünyanın sonu olur.
 Karşı cinse hissedilen duygulara kimi aşk der kimi sevgi, bu bir bağlanmadır karşılıksız,  katıksız sevmektir, almadan vermektir.
Küçük büyük demeden bütün insanlar, hayvanlar, bitkiler hepsinin farklı farklı yaşadıkları sevgileri, sevgilileri vardır.
Her yerde gördüğümüz ağaçlar bile âşıktır biliyormusunuz, meyve vereni, vermeyeni hepsi sevdalıdır bir şeylere. Gökyüzün de ki bulutlara uzanan selviler, parklar da çocuklara gölge olan söğütler, hiç yıkılmayacakmış gibi dimdik ayakta duran yüzyıllık çınarlar, yeşilini yaz kış koruyan ormanlarda ki oksijen kaynağımız çamlar da aşkla sevgi ile beslenirler. Bizler sevmezsek, onlar yaşayamaz kendi canlarına kıyarlar,  kuruyup şömineler de ya da sobalar da odun olurlar.
         Ağaçların aşkları toprağa, suya, güneşe, üzerinde gezinen böceklere, değecekmiş gibi uzandıkları bulutlara, dallarına yuva yapan kuşlara, çiçeklerinin döllenmesini sağlayan rüzgâra, arıya, toprağını havalandıran solucana dahi sevdalıdırlar ağaçlar.
         J( bu kadar doğa sevgisi yeter, fazlası beni bozar.)J
      Sevmek bir  zarurettir, kabiliyet değil! sevmeyi bilmeyen, sevgi ile yaşamayan bütün canlılar mutsuzdur! doğan güneşi, esen rüzgarı, yağan yağmuru, yağmurun ardından mis gibi  kokan toprağı, börtüyü böceği ve olmazsa olmazımız  insanları! herşeyi sevip çocuklarımıza sevginin pozitif gücünü öğretmeliyiz. herkes  sevebilir sadece birazcık çaba ile önce kendimizi sonra herşeyi sevmeyi öğrenelim.
 

:)) doğum günüm :))


10/ nisan. Bugün benim doğum günüm hediye olarak ne istiyorum diye düşünüyorum, aklıma sadece huzurlu ve sağlıklı bir yaşam geliyor, başka hiçbir şey değil.
 Huzur istiyorum diye başlayan cümlelerin aslın da ne anlama geldiğini kim bilebilir. Sessizlik, mutluluk, iyi ve anlayışlı bir eş, aklı başında geleceği güven altına alınmış ve kıymeti bilinen çocuklar, sakin bir yaşam, arada sıra da eğlenceli birkaç gün, kitap yazmak, dünya turu, yarını düşünmeden yaşayabilecek kadar para.vb.( bunların hepsi birden olsa hangi salak yok der ki?)
 Bu gün doğum günüm, bir yaş daha aldığım için ömür pazarından.  Mutlumuyum? Buna yorum yapamıyorum, sabah mahmurluğu içindeyim henüz ayıkmamışım, bir sigara yakıp diğer günlerden farksız mutfakta kahvaltı masasını hazırlıyorum.
Dalgın bir vaziyette içimde ki benle koyu bir sohbet içerisindeyim, kulaklarım tıkalı dışarıdan gelen seslere. O anda kapı çalıyor, kapıyı açmamla çok güzel bir çiçekle burun buruna geliyorum. arkadaşım ve eşi yürüyüş dönüşü karşımdalar, doğum günümü kahvaltıdan önce kutlamak istemişler. O kadar güzel bir duyguydu ki anılmak, hem de sabahın köründe. Beyhana sıkı sıkı sarılıp teşekkür ediyorum, içeri girmiyorlar, onları yolcu edip çiçeğimi masanın üzerine yerleştirip seyrediyorum, sanki ilk defa çiçek görüyormuşum gibi!
 Kahvaltı masasın da çiçeğim, ben ve eşim karşılıklı oturup ( tabi eşimden hediye alamadım, her zamanki gibi! sadece doğum günün kutlu olsun sevgilim dedi! Eh buda yeter dedim.) kahvaltımızı az sohbetli, bol yemekli,  her zaman ki usulüne uygun yapıyoruz.
Ardından kapı tekrar çalıyor alacaklı gelmiş ya da yangın var gibi!  açıyorum gülen iki surat karşım da canım Serapcığım, elin de paket yanında kızı, hem onların hem de bizim evin prensesi olduğunu idda eden, ilkokul ikinci sınıf öğrencisi Sinem le, hediyesini veriyor. Senenin bana verilen en şirin hediyesi! Bulutların ve günesin ayak altında olduğu, yaşpastanın ve kendisinin elinde paketlerle bulutların üzerin de bulunduğu kenarı düzeltilmemiş, haşırt diye yırtılmış alalade bir defter sayfası,J harika bir resim, üzerinde iyi ki doğdun meral teyze yazısı! Tabi ki bunun üzerine öpücükler, ardından da sarılıp bir güzel hırpalamaya maruz kalıyor sırıtarak. Resim buzdolabının üzerindeki yerini alıyor, bir dahaki gelecek resme kadar. Oturup gelen hediyemi açıyorum çok beğenip teşekkür ediyorum, ardından hoş sohbet eşliğin de kahve keyfimizi yapıyoruz.
Gün boyu mesajların, telefonların ardı arkası kesilmiyor, sevilip, aranılan insanlardan olmak çok güzel bir his.
Çocuklarımın ikisi de Ankara da oturuyor, telefon açıp içlerinde ki saf ve tertemiz duygularla çığlık çığlığa ikisi birden bağırıyorlar.  Kulaklarımı sağır edercesine, resmen haykırıyorlar anniş iyiki doğdun, iyiki bizim annemizsin, uzun ömürlü ve her sıkıntımız da yanımız da ol!  Benim için doğum günümde ki en güzel hediye onların sağlıklı ve mutlu gelen ses tonları.
 Bu güne huzurla başladım,  diğer günlerimi de kafamda ki yağmur bulutlarını dağıtan rüzgâr hiç kesilmeden, inşallah huzur ve sağlıkla geçiririm!

26 Nisan 2011 Salı

YOZGAT BENİM ŞEHRİM!

     Aslında Yozgat ı anlatmak ne eğitimim ne de mesleğim den dolayı bana düşmez ama her şehrin binlerce seveni ve anlatanı var, olsun bir de ben anlatayım. Yozgat benim için muhteşem bir yer! İnanın bu kelime dahi kifayetsiz kalıyor şehrin güzellikleri yanın da. Bu güzellik,  coğrafi, tarihi, insani olarak bir bütünü teşkil ediyor ama ilgilenip araştıran tarihçilerimiz yok. Yozgat hakkında güvenilir bilgi toplamak çok zor, çünkü lütfedip ilgileneni, sahip çıkanı olmayan garipler yatağı.
 Kısaca tarihimiz şöyle: MÖ. 2000 li yıllar dan itibaren çevresin de yerleşim yerleri bulunun Yozgat, eski medeniyetlerin de göz nuru, ipek yolunu  üzerin de yemyeşil ormanlarla çevrili bir coğrafyadır.
Yozgat ın ilk yerleşim şimdi ki şehrin daha batısın da olup Çapanoğlu ailesinden sonra buraya inşa edilmiştir. Selçuklu devleti dönemin de, 1071’ Malazgirt savaşından sonra Türklerin eline geçmiştir. Elbistan Maraş yöresinden gelen Oğuzların Dulkadirli Türkmenlerinden olan boz-ok boyu bu bölgeye yerleşmiştir, bölge Bozok sancağı adını da bu yüzden almıştır. 1520 den sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Yozgat adı: Yozgat diğer bir rivayete göre de, çapanoğullarından yüzlerce yıl önce konulmuş Türkçe bir isimdir. Yoz orta Asya da bulunan bir Türk boyunun ismi olup,  Gad ise kent anlamına gelen kelimedir. Yoz lar, Selçuklularla beraber Anadolu ya gelmiş, yerleştikleri yere de Yozgad ismini vermişler.
16. yüzyıla küçük bir köy statüsündeyken, 18. Yüzyılın ikinci yarısın da Çapanoğullarının buraya yerleşmesinin ardından. Osmanlıda söz sahibi büyük bir sancak olarak gelişmiştir.
 Her şeyin altından çıkan çapanoğlu; Sözü ise ailenin olup bitenden haberleri olması için sarayda ki muhbirlerinden ve saraya aşırı ilgi ve alakalarından kaynaklanmaktadır.
İlçeleri ve köyleri ile kurtuluş savaşın da düşman eli eteği değmemiş topraklarından dolayı, kanlarımız hala deli ve cesur akar, Ergenekon dan gelen Türklerin kanı gibi.
Vatanseverliği ile diğer illere örnektir, devlete hiçbir şey için kafa tutmaz, devletini asla zor durum da bırakmaz.
Benim şehrim hep ikinci hatta üçüncü sınıf insanların yaşadığı bir yermişçesine asla sahip çıkılmamış. Sürekli sürgün yeri olarak hor görülüp, hep göz ardı edilmiş, ihtiyaçlarımız yok sayılmış, yani kaderine terk edilmiş. Kadersiz şehrin kadersiz insanlarından biri de benim. Bir türlü kendimizi anlatamıyoruz ya da anlatsak da yanlış anlaşılıyoruz.
      Kadersizliğim Yozgatlı oluşumdan değil, beni yanlış anlamayın, ben şehrimle de, hemşerilerimle de gurur duyarım. Kadersizliğim devletin benim şehrime bakışından kaynaklanıyor. Benim şehrimin de ünlü yazarı, çizeri, siyasetçisi, sanatçısı, futbolcusu var ama memleketinin adını gururla taşıyıp, gururla zikreden yok. Yâda ben duymuyorum!
     Şehrime asi, kaba, bağnaz hatta aklı bir şeye ermez denilmiş. Hadi asiliği şanssız bir şekilde, sebepleri araştırılmadan kanıtlamışız? Ben asilik de dâhil, hiçbirini kabul etmiyorum, o zaman da, şimdi de, gelecekte de!
   Neden asi? Çapanoğlu beyliği gibi Osmanlı da söz sahibi olan tertemiz bir geçmiş, cumhuriyete karşı çıkmış bir isyanla yerle bir olmuştur. Bu isyanın ne nedenleri araştırılmış ne de sonuçları sorgulanmıştır. Her şeyde olduğu gibi yargısız infaz yapılmıştır! Diyeceksiniz ki neresi yargısız infaz? Olanlar ortada! Evet, görünen bir isyan var! Ama vatan hainliğinden mi? Yoksa vatan sevgisinden mi? Bence Çapanoğlunun 700 yıllık Osmanlının varoluşunu göz ardı etmeden ona bağlılığıdır isyanın sebebi. Biz şu anda öyle bir durum da olsak, yeni kurulan devlete mi? yoksa 91 yıllık devlete mi Sahip çıkarız?  (L 700 yıl ve 91 yıl dikkat edelim devlet yıkıp kurmakta üzerimize halk tanımıyorum dünya da L) yargılamadan önce bir muhakeme yapalım!!!
 Bunu tam araştırmadan cumhuriyet düşmanı bir il damgası yemişiz idi  (halk asla isyana karışmamıştır), hem de bir ailenin o günkü halet-i ruhiyesi yüzünden. İmparatorluğa bağlılığı ve ya kendi iktidarının ve gücünün yok olmasının korkusu. Biz Yozgat olarak dün de, bugün de, asla vatan haini ve devlet düşmanı olmadık, yarın da, olamayız, geçmiş iyi ve ya kötü yaşanmış ve bitmiştir.
Yozgat da Bir isyan vardır, ülkenin bir kaç yerin de olanlar gibi, Kılıç Ali ve adamları ilk isyanı bastırmak için Ankara hükümeti tarafından Yozgat ta gönderildi. Ama isyanı bastırma da hem yetersiz kaldı, hem de isyancıların kendine olan güvenlerinin artmasına sebep oldu. Aslın da Yozgat’taki ilk ayaklanma da Kılıç Ali nin yerine, Yozgatlı olan ya da sözü Çapanoğlu tarafından dinlenecek, ikna edebilecek deneyimli bir devlet adamı gönderilseydi olayların akışı belki değişebilirdi. Belki diyorum çünkü iktidar ve güç hiçbir zaman çabuk bırakılmaz, günümüzde de görünen aynı koltuk sevdası değil mi? Ben değişeceği yönünde fikrimi sunuyorum, ya da keşke öyle olsaydı diye umuyorum!
  Kılıç Ali nin başarısızlığı üzerine Ankara büyük bir hata yapıp, Talat, Enver ve cemal paşanın hayranı olan Çerkes Etemi ve adamlarını Yozgat a gönderdi. İmparatorluğu en güçsüz olduğu dönemde savaşa sokan, Osmanlının sınırlarını daraltan, Abdülaziz i tahttan indiren, yanlış savaş taktiklerinden dolayı binlerce gencin ölümüne sebep olan, son yüzyıllarında zaten çağın ardında kalan devleti bitiren, uğursuz üçlünün Enver, Talat ve cemal paşaların düşmanı olan Çapanoğlu, bu bastırmaya önyargılı baktı. Çünkü Yozgat her şeye rağmen İstanbul hükümetine bağlı bir şehirdi.
 Batı Anadolu da takdire şayan işler yapan Çerkez Etem in Yozgat a ve Yozgatlıya yaptığı zulüm hiç de göz ardı edilecek türden değildi. Yaptığı yağma ile şu anın da sebebi fakir bir şehir,  zulüm ile de mağdur ve sessiz bir halk yaratmıştır.
Yakıp yıktığı devlet binaları ve çapanoğlunun konakları yüzünden ne belgelerimiz kalmıştır ne de geçmişimiz. Adam şehrimizden yağmaladığı mallarla o kadar zengin olmuştur ki kendini bir şey sanmış, Yunanistan a kaçmadan önce TBMM sine ve Atatürk e dahi kafa tutmaya kalkmıştır.
     Sonun da olan gene Yozgatlıya olmuştur, şehir kendi kabuğuna çekilmiş, kaderine terk edilmiştir. Artık hiçbir şeye karışmayan, devletin her isteğine kayıtsız şartsız evet diyen, devletten hiçbir şey istemeyen, hem kendi halkı tarafından hem de devlet tarafından terk edilmiş hayalet bir şehir olmuştur.
Benim niyetim geçmişi deşmek veya günah çıkartmak değil, milli mücadelenin önemini kavrayamayan o ailenin avukatlığını yapmak ise hiç değil! Taşın altına herkesin elini koyma vaktinin geldiğini, hatta çoktan geçtiğini düşünen sadece memleketine âşık bir Yozgatlıyım. Sesimizi Ankara ya duyurmak için, artık bizim de ağlamamızın zamanı gelmedi mi? 
Sivas, çorum, kayseri ve Ankara ya sınır bir il böyle mi olmalıydı?
Çok geç kaldık hem de çooook! Atı  alan Üsküdar ı çoktan  geçti.

kim deli?

   Yaşamaktan anladığın, iyi bir insan olarak terk etmekse dünyayı! Hayatı kafana takıyorsan, gücünün yetmeyeceğini bile bile dünyadaki kötü gidişin durmasını istiyorsan!  Kendi doğrularınla yaşıyorsan! Umarsızlığı yaşam felsefesi olarak seçmemişsen! Senin için dünya da en önemli olan ailen ve sen değil de ülkense! Dalgalar senin geminin rotasını asla saptıramıyorsa! Yağmurlar senin nehrini hiç taşırmıyor sele sebep olmuyorsa! Fırtına senin uçağını hiç sarsmıyorsa! Başkalarının küçük hesapları ve küçük beyinli insanlar, seni hiç ilgilendirmiyorsa! Biraz akıllıysan! Özgür ve mahalle baskısını takmıyorsan kafana! Canavar gibi yaşamak yerine, insan olmanın bütün özelliklerini taşıyorsan!
  Sen umutsuz vakasındır; Senin deli olduğunu söyler, delirmişsin gibi davranmaya başlarlar!  Bu teşhis üzerine bir kez yapıştımı! Çabaladıkça deli olmadığına inandırmak için insanları! Aslında akıllı olduğuna dair kanıtlar sundukça! Batarsın daha derine kimseyi kendine inandıramazsın!
Hazırdır yargısız infaz kurulu senin deli olduğunu söyleyip, ipini çekmek için!  Gestapo  vari bir yaratıcılıktır onların ki! Kolaydır onlar için insanı yargılayıp, damgalamak! Her konuda, deli, komünist, faşist, darbeci, hırsız gibi örnekleri binlerce çoğalta bilirler! İşleri sadece budur onların, her şeyi nalıncı keseri gibi sadece kendilerine doğru yontarlar! Kendinden olmayan ve çıkarlarına ters gelen herkes bir tehdittir, tehlikedir onlar için! Kafalarını sana takarlar, seninle uğraşır düzenini bozarlar, sana zarar verebilmek için Allahtan korkmadan iftira dahi atarlar.
İtiraf edecek anıları olmayan insanlarla dolar etrafın! Aslında hiç yaşamamış ya da yaşanmamış gölgeler sarar etrafını! Hiçbir şeyden habersiz insanların yerine koyarsın kendini, anlamaya çalışırsın neler yaşayıp neler düşündüklerini ama anlayamazsın! Seni bir kaşık suda boğmak isteyen insanların seviyelerine inemezsin, çünkü senin doğanda bu davranış yoktur! Ruhları zindanlara hapsolmuş o küçük insanlarla uğraşasın gelmez!
Sen bu bozmak istenilen düzenine dokunmalarına asla izin vermezsin. Sende kendini ve çevreni korumak için bir değişim başlar! Daha umarsız olursun ve insanların yüzünü daha net görürsün!  Artık gerçek gün yüzüne çıkmıştır onların maskeleri düşmüştür!
 Bu olaylar senin aslında ne kadar saf ve iyi niyetli bir insan olduğunu su yüzüne çıkmış, artık senin için oyunun kuralı değişmiştir. Aynaya her sabah baktığında, yansıman da daha güçlü daha kararlı birini görürsün. Sen artık anlarsın ki bencil, riyakâr ve kalleş insanları tanımış ve içindeki onlara duyduğun merhamet yok olmaya başlamıştır. Düzeleceklerinden umudunu tamamen kesmişsindir, Kuzu postuna sarılmış kurtların, senin dostların olmadığını öğrenmişindir!  Kötülere karşılık verebilmek için sende artık şeytanla dost olmayı seçmişindir. Ama kişiye özeldir bu değişim, gene de mazlumlar ve gerçek dostlar gönlün de her zamankinden daha iyi yerdelerdir!

Sonra iyi niyeti bırakırsın nadasa, asla onlar gibi sefil ve sapkın olmadan! Sen onlar dan, hep bir adım önde olursun, her zaman onların yaptıkları senin yanında etkisiz kalır. Artık sana zarar veremezler, seni kendi kokuşmuş cemaatlerine ve saflarına çekemezler. Çünkü sen daha akıllısındır, iyi ve kötüyü, soru sormayı bilen, nerde durman gerektiğine karar verebilen ve cahil olmayı hiçbir zaman kabul etmeyen kişisindir
 Sen Cenneti seçerken bu dünyada, onlar daha ölmeden cehennem rezervasyonlarını yapmış olurlar! Senin onlardan alacakların, onların ise yanlışlarını fark edince çekecek çok büyük vicdan azapları olacaktır!  
Kötüye karşı kötülük, senin gerçek kişiliğini değiştirememiştir!  Hala iyi bir insan olarak kalıp ama saflık perdesini de kapatmış olacaksındır!  Şimdi fazla tevazünün ne yeri nede zamanıdır, herkese hak ettiği kadar değer vereceksindir ne bir az ne de bir fazla. 
Aklınla yenersin bu sıkıntıları, yararsın denizleri, geçersin aklı başındaların bulunduğu kıyıya, ardına bakmazsın ayaklarını takip ederek hedefine ulaşırsın! Yolu doğru olanların yanın da bulursun kendini, dürüstlük adasının tertemiz havasından rahat bir nefes alıp doldurursun ciğerlerine! Bir daha asla dönmezsin kargaşalı, yalanlı, ikiyüzlü, samimiyetsiz, insafsız ve iftiracı olan, kendini çok akıllı sanan ve o karşısında ki kişileri hep ötekilendiren insanların yanına…
Çünkü sen hala delisindir onların gözün de! Ve çooook memnunsundur onlardan uzak olmaktan!
                                                                                Meral Bağcı