29 Kasım 2015 Pazar

hıdırellez

Aslı elinde küçük bir kağıtla bahçeye çıkar.

Aslı- Allahım bu gün Hızır ve İlyas’ın gezip dilekleri topladığı gün, ne olur benim dileğimi es geçmesinler, okusunlar ve yerine getirsinler.
  
Elindeki bir çöple gül ağacının dibine kazdığı yere kağıdı gömer.
Duasını eder bahçede biraz gezer.

Aslı- gece saat kaçta geziyorlar acaba, beklesem geldiklerini görür müyüm?

İlyas- Saçmalama Aslı seni şuan öğrencilerin görse ne derler acaba?

Aslı- aaa kafayı yiyorum galiba bu dediğimi biri duysa!

İlyas- hah aklın yolu bir.

Hızır- sen sussana biraz, her şeye niye karışıyorsun senin yüzünden patron tarafından elimizde ki bütün yetkilerimiz alınacak.

İlyas- Kim duyacak boş ver baksana öğretmen bile oturmuş bizden medet umuyor.

 Hızır- kim duyacak diyor ya! Patron her şeyi duyar bilmiyor musun? Hadi hadi çok işimiz var biz gidelim, notumuzu aldık bunun dileğine yerine getirmemiz için nerden baksan daha bir ay var

Aslı uyanır uyanmaz kâğıdı gömdüğü yerden çıkarıp deniz kenarında aldı soluğu.
Aslı- Allahım şu Hızır ve İlyas'ı bu sefer benim dileğim için görevlendir ne olur. Tek duam Ayhan artık evlenmekten kaçmasın diye.

İlyas- bizim burda ne işimiz var,  patron tatil için izin mi verdi bize? Nasıl sevindim valla birde ihtiyacım vardı ki!

Hızır- sen hakkaten yorulmuşsun, ya da bunadın. İlyas saf saf konuşmasana bizim ne zaman tatilimiz oldu?

İlyas-olsa kötümü olurdu? Ben bunu en kısa zamanda patrona ileteceğim.

Hızır- senle ben bu milyonlarca yıl nasıl idare ettim bilmiyorum, bende peygamber sabrı var galiba. Patron bu kızın dileğini yerine getirmemizi istedi.
Ayhan’ın rüyasında, gündüz, okulda her yerde sürekli kim olduğunu bilmediği birileri kulağına fısıldar.
Hızır- Ayhan, aslıya yüzük al, aslıya yüzük al doğum gününde evlenme teklif et.

İlyas- bak Ayhan Hızır’ın dediklerini yaparsan söz seneye senin dileğini listenin başına yazacağım haberin olsun.

Hızır- İlyas şimdi taş olup kalacaksın, sen rüşvet mi teklif ediyorsun, patron duymasın.

İlyas- yok canım şaka yaptım işimiz çabuk bitsin diye.

10 Haziran gelip çatmıştır Aslı telefonuna bakar.

Aslı- Aşkım, unutmamış bana mesaj atmış, ‘sürprizime hazır mısın?

İlyas- bu kız hakkaten benden bile saf galiba, baksana mesajları sevgilisinin yazdığını sanıyor, bizim bir aydır ne çektiğimizi bilmiyor.

Hızır- ben çok saf gördüm ama senin gibi katmerlisini hiç görmedim

İlyas. Tabi ki Ayhan yazdı sen mi yazdın mesajı, sadece yazması için uğraştık İlyas hadi gidelim burda bizim işimiz bitti.

İlyas- yani bunları yalnız bırakalım diyorsun hadi gidelim.

Aslı güzel bir masa hazırlar, üstünde mumlar, vazoda çiçekler ve çeşitli yiyeceklerle dolu, Ayhan’ı bekler.
Kapı çalar Ayhan gelir.

Aslı- aşkım hoş geldin, bu ne güzel çiçekler bana mı?

Ayhan- yok yan komşuna getirdim, hoş buldum canım bu ne güzel masa böyle benim için mi?

Aslı- yok ben de bunları apartman komşularımla altın günü yapıyorum da onlara hazırladım.

Ayhan- ay sende çok komiksin hadi gel oturalım masaya ama önce sana sormak istediğim bir şey var. 

İlyas ve Hızır gitmiştir, Ayhan yere diz çöker cebinden nişan yüzüğünü çıkarır, 
Bir patlama ardından cam kırılması sesi gelir, Aslı eli Ayhan’ın elinde yere yığılır. Bir maganda kurşunu ile Aslı başından vurulur ve ölür.

Ayhan- ??????

18 Kasım 2015 Çarşamba

KALP KIRMAYA DEĞER Mİ?

                                                                                                 MERAL BAĞCI
                                                                                                   18.11.2015                                         
Mevlana, insan kalbi odun değil ki, kırılınca ses çıkarsın demiş. Ben neden korkarım diye düşünürken bu söz geldi aklıma.
Ben en çok insanların kalbini kırmaktan korkarım.
Dışarda kar fırtınasının olduğu bir sabah komşumu kahveye çağırdım.
Kahveyi yaparken canın sıkkın olduğunu hissettim.    
Ne oldu, sen de bir tuhaflık var? Diye sordum, sormaz olaydım.
Ne olacak şu öğretmen Hatice var ya, benim hakkımda bir sürü yalan söylemiş. Yok ben dedikodu yapıyormuşum, her kesin açığını arıyormuşum, bunu sen de biliyormuşsun ama kırılmayım diye bana söylemiyormuşsun. Daha neler neler, kendi yaptığı, söylediği ne kadar şey varsa benim üzerime atmış.
Ya boş ver, benim taktiğimi uygula öyleleri yokmuş gibi davran.
Ben onun direk benle konuşup kimler hakkında neler söylediğini biliyorum, gidip herkese hepsini anlatacağım.
Yapma, o zaman senin ondan ne farkın kalır.
Ama bana resmen dedikoducu diyor.
Hı hı sanki değilsin de!
Ben bunu dışımdan mı söyledim! Diye düşündüm, evet ne yazık ki söylemiştim.
Söylediğim bu densiz sözün üstüne, komşumun yüzünde ki ifadenin değişmesini an ve an izledim. Boş bulunup söylediğim söz, benim yerin dibine girmeme sebep oldu. Keşke zamanı geri alabilme gücüm olsa, keşke şu an görünmez olsam, ya da abartıp hiç doğmamış olsaydım diye düşündüm. 
 İnsanların kalbini kırma korkumla baş edeyim, kendimi törpüleyip tamamen yok edeyim diye çırpınırken, o an yepyenisini üretip filizlendirdim!
Özür dilerim!
Necla duymadı beni, duymak istemedi, ben kahve içmeyeceğim teşekkürler, işim var, hemen eve gitmeliyim, dedi
Necla özür dilerim, inan isteyerek olmadı! Beni bilirsin içten söylenmiş bir söz değil, 
Lütfen otur kahveni iç, diye kendimi affettirmeye çalıştım ama bu nafile bir ısrardı, her özür dilediğimde daha çok dibe batıyordum. Necla kapıyı çarpıp çıktı.
Kuyunun dibine düşmüş bir taş gibi kaldım evde, o kadar üzülmüştüm ki, can telaş telefonu elime alıp diğer komşum Zehra yı aradım.
Yaptığım saygısızlığı aynen anlatıp, hemen gelmesini söyledim.
Oldu bir kere, artık aklımdan ne geçiyorsa? Şimdi ne yapıp edip Necla nın gönlünü almalıyım?
Bence bu gün üzerine gitme, biraz sakinleşsin yarın kahve içmeye gidelim.
Geç kalmaz mıyız? Ben onu bilirim yarına kadar kendi kendine kurar döker, bence şimdi gidelim.
Aynı apartmanda iki kat altta oturan Necla nın evine gittik kapıyı Zehra çaldı, ben görüş menzilinin dışında bekledim.
Kapı açıldı.
Zehra: Necla müsait misin? Kahveye geldik dedi.
Geldik, kelimesinin ardından bir adım atıp Necla nın tam karşısında belirdim, önce afalladı, ardından toparlanıp yüzüme senden beklemezdim diyen gözlerle baktı, kapının önünden çekildi gelin anlamında eli ile içeriyi işaret etti.
Oturduk, suçlu olduğum için yere bakıyordum, çünkü dünya da yapmaktan en çok korktuğum şeyi gene yapmış bir kalp kırmıştım, hem de bile isteye. 
Söylenmemiş ne kalmıştı ki! Ben onu söyleyip affedileydim?
Ben sessizdim ama beynim dışarıdan esip savrulan kar fırtınası gibi gürültü çıkarıyordu.
Zehra, susturdu beynimdeki sesleri, Necla biz kaç senelik dostuz, hiç kırdık mı birbirimizi? 
Bilmem? Olmuştur on beş, yirmi. Sinirli bir o kadarda tok bir sesle: bu güne kadar kırmamıştı, dedi
Ve ben atladım hemen savunma makamının, o an hem sanığı hem de avukatı oldum, kendimi aklamak için başladım yalan bahaneler uydurmaya:
Necla tekrar özür dilerim, dün gece hiç uyumadım, sabah da annemden telefon aldım babam rahatsızmış, üzerine oğlum aramaz mı? Anne işten çıktım diye, bir de yemeği yaktım, bu gün her şey üzerime gelince, istemeden sana çattım.
 Yalan söylemeyeceğimi bilecek kadar tanıyordu beni.
Garibim bunca yalana inandı, bana üzüldü! Hatta beni teselli bile etti, Zehra gülüyordu karşımda. Ona kaşlarımı çatıp sus işareti yaptım, çünkü benim nezdimde kalp kırmanın günahı yalan söylemekten daha çoktu.
evime döndüm. Ertesi gün Necla ya tekrar gittim, söylediğim yalanları sırf onu yumuşatmak için o an uydurduğumu açıkladım.
Güldü ve yüzüme bakıp, ben biliyordum dedi.
Nasıl yani, neden, neden bir şey söylemedin?
Çünkü seni o yalanlar için affettim; bana ne kadar değer veriyor ki, yalan bile söyledi dedim, dedi.
O gün dostum bana hayatımın dersini verdi!

8 Kasım 2015 Pazar

ZAMANIM DOLMUŞ BE!

  Sorgun da ki evim de sabah güneşi ile aydınlanmış yatak odamda yavaş yavaş uyandım. Gözümü açar açmaz içmek için akşamdan hazırlamış olduğum kahve makinamdan, yatak odama kadar gelen mis gibi kahve kokusuyla yataktan fırladım. Hemen banyoya girdim, yüzümü yıkamak için bataryaya elimi uzattım, ama suyun akması için yaptığım hamleler sonuç vermedi, batarya açılmadı ve su akmadı. Şaşkın bir şekilde tekrar tekrar denemem bir işe yaramadı, şok olmuş bir vaziyette başımı kaldırıp aynaya baktım. Kocaman bir boşlukla karşılaştım banyoda ben yoktum, gördüğüm tek şey banyoda ki aynanın tam karşısına denk gelen tek kanadı açık kalmış duşa kabin di. Kendimi kaybedip bir çığlık atım ama sesimi kendim bile duymadım.
Yatak odamda ki telefona gittim, telefonu bir türlü elime almayı beceremedim. Gözüm bir anda yatağa takıldı, yüzünden kan çekilmiş, gözleri yarı açık, çenesi beyaz bir yemeni ile bağlanmış kendimi gördüm. Bu ne ya! Ben bir kabusun içine mi girmiştim, rüyada mıydım?
İçeriden gelen uğultularla kafamı toparlayıp bu yaşadığım anların gerçek mi, rüya mı olduğunu anlamaya çalıştım? Seslerin geldiği yöne doğru telaşla koştum, evimin içi sevdiğim, sevmediğim insanlarla doluydu. Salonun kapısının önünde durdum içeri baktım, beni kimse görmüyor ama adımı haykırarak ağlıyorlardı, içeri girip çıkanlar ise resmen içimden geçiyor varlığım kimse hissetmiyordu.
Mutfağa girdim, akşam tembellik yapıp toparlayamadığım tezgahı iki can dostum gelmiş topluyordu.
Beyhan-ne oldu ya! çok gençti, ne oldu böyle birden bire? diye ağlıyor,
Serap- inanamıyorum Beyhan abla, daha dün sohbet edip kahvelerimizi içmiştik, diyordu içini çeke çeke.
Herkesin ben yokmuşum gibi davranmasına anlam veremiyordum. Ne olmuştu bana? En son hatırladığım akşam bilgisayardan the orjinali izlemiştim, sonra kapatıp uyumuştum.
Sanki müezzin salonda elini kulağına atmış okur gibi yakından gelen selaya kulak kesildim, ölen kim diye! Sela bitti, ardından ölenin kısacık kimlik bilgisi verilmeye başladı; doktor şevket bağcının eşi, Yozgatlı eski sinemacı Faruk ezenin kızı meral bağcı vefat etmiştir Allah rahmet eylesin! O an dondum kaldım, şüphelendiğim ama kendime yakıştırmadığım, hep etrafını dolandığım o gerçekle burun buruna geldim. Evet bu gün, bu evde ölen bendim.
Bir anda her şey aydınlandı, ben de aydınlandım, evdeki curcunanın sebebi bendim, en önemlisi bunun dönüşü yoktu. Adresimi temelli istirahat bölgesi olarak değiştirmiştim,  buraya yolculuktaki bilet sadece gidişti, dönüş bölümüne kırmızı keçeli kalemle çarpı atılmış tamamen iptal edilmişti.
Gamzem bir yanın da ilk yeğenim cerenim, diğer yanında ailenin tek yengesi Dilek oturmuş ağlıyorlardı. Sessiz sessiz, ağlayan kızım, ilk göz ağrım, dert ortağım ağlama ne olur ben sana dayanamam. Senin için gözüm arkada değil, seni kocana Kaan a emanet ediyorum.
Kızım gibi sevdiğim yeğenim Selin benim güzel keçim, yanında ablası Çeşminur, benim tek okurum İpek, Selin ablasının ellerinden tutmuş onu teselli ediyor. 
Annem ve ablamın karşısında, ben buradayım diye taklalar atıyor, anlamsız el kol hareketleri yapıyordum ama nafile sanki görünmezlik zırhı giymiş gibi beni fark etmiyor habire ağlıyor ve aralarda benden konuşuyorlar, ablam ağlarken canım kardeşim gözleri de açık kalmış diyor.
Ben: hemen hazır cevap, tabi gözüm açık kalır torun görmedim, canımın içi oğlumu evlendirmedim, daha bir kitabımı bile bastıramadım, senaryom film veya dizi olacak mı onu da öğrenemedim ne olsaydı gözüm kapalı mı olsaydı yani?
 Zaten yedi evladını Azrail’in elinden alamamış annem, acıların en ağırı ile sekizinci kez sınanıyor, kendini parçalıyordu. İsyanı büyüktü ama neden diye hesap soracağı karşısında bir muhatap yoktu, çünkü emir büyük yerden gelmişti. Ne o emre karşı gelme gücü ne de sorgulama hakkı vardı. Veren Allah alan Allah diye boynu bükük, gözünden yağmur gibi yaş akıtıyordu.
Takdiri ilahi bu, ağlamayın Gamze ve Yahya ya destek olun tamam mı?
Evde rutin işler başladı, ambulans geldi içinde ruhu olmayan bedenimi aldı hastaneye götürdü. Morg denen bir sürü çekmece şeklinde ki ağızlı canavarın herhangi bir ağzına yerleştirip kapattılar. Ben cehennemde ki zebaniler gibi bekliyordum, sanki cansız vücudum  kalkıp da oradan kaçacakmış gibi.
Zaman mefhumunu yitirdiğim için ne zaman bilmem vücudumu otopsi için soğuk olduğunu sandığım bir metal masaya yatırıp, ben uzaktan izlerken kesip biçtiler. Sonunda ellerinde bir raporla o soğuk odadan dışarı çıktılar, bir şey bulamayınca sığındıkları tek liman olan kalp krizinde karar kıldılar. Anladığım kadarı ile ciğerlerimden de pek memnun kalmamışlar ki;
Otopsi doktoru: ne vardı sanki bu kadar çok sigara içecek. Diye söyleniyordu eşime, ona ne ise sanki, acılı adama böyle bir şey söylenir mi?
Eşim: meral organlarını bağışlamıştı aslında, ama dedi kaldı.
Doktor: siz ne zaman fark ettiniz?
Eşim: bu gece havale geçiren bir bebek gelmiş beni çağırdılar ben de hastaneye gittim, geldiğimde ise meral i rahatsız etmeyim diye yatak odasına girmedim. Sabah hastaneye giderken neden kalkmadı diye baktım, ama çok geç kalmıştım. Keşke gece uyumak için yatak odama girseydim, rahatsız etseydim, televizyon karşısında değil de,  keşke yatağıma yatsaydım o zaman fark edip belki müdahale ederdim.
Doktor: abi olacakla öleceğe çare yok derler, ablamın ömrü bu kadarmış, yapma, keşkelerle kendine daha fazla yüklenme.
Sonra hastaneden alındım, büyük bir itina ile cenaze yıkama aracına konuldum. Orada yıkanıp paklandıktan sonra kefenlenip tabutta konuldum. Sonra beni cenaze aracına koydular ve caminin avlusunda ki Cahit Sıtkı Tarancı nın dediği gibi; Bir namazlık saltanatım olacak, Taht misali o musalla taşına bıraktılar ve buyurun cenaze namazıma.
En ön saflarda yer alanlara göz gezdirdim, biricik damadım Kaan üzgündü, ben şimdi Gamze yi nasıl teselli edeceğim der gibi şaşkındı.
1.95 boyunda ki yaşlı babamın kolundan ondan daha uzun olan yakışıklı adaşı yeğenim Faruk sıkı sıkı tutmuştu. Babam sanki bir anda bir metreye düşmüş, ya da o an musallada yanıma uzanmış gibi geldi bana korkmayım, üşümeyim diye belki de onu götürmeyin sıra benim di, beni götürün dercesine.
 Sinan, benim başımın tatlı belası canım kardeşim, omuzları düşmüş ağlıyordu sessiz sessiz, fidan boylu, gözümün nuru, henüz mürüvvetini göremediğim, koklamaya, öpmeye doyamadığım oğluşumun kolundan tutmuştu ayakta kalabilmek için yoksa gözünden dinmeyen yağmur gibi incilerini döken oğlum mu dayısından destek alıyordu düşüp bayılmamak için.
Oğlumun diğer yanında ise eşim Şevket; 17 yaşımdan itibaren bana tahammül eden aşkım, en iyi dostum, en çok tartıştığım, dünyalar güzeli huya sahip insan. Başkalarının yanında erkek ağlamaz safsatasına hiç inanmamış, insan olmanın verdiği duygularını her zaman her yerde saklamayan adam hiç durmadan ağlıyordu. 
Ben de ise hiçbir duygu kırıntısı yok, ya şoktayım ya da duygularımı kefenimi sararken içinde bıraktılar.
Hoca gelip tabutun önünde durdu önce dualar etti namaza geçmeden cemaate sordu:
Hoca: eeeey cemaat bu merhumeyi nasıl bilirdiniz, hakkınızı helal eder misiniz diye sordu?
Cemaat: iyi bilirdik, helal olsun dediler.
Tabi iyi diyecekler o kadar adamın arasında çıkıp da birileri; çok ukalaydı, olmamama rağmen kibirliydi, aşırı gururluydu, kimseyi dinlemez hep burnun dikine giderdi diyecek değil ya! Zaten bunlardan başka da kötü huyum yok.
Sonra namaz, ardından arabalar konvoy oluşturdu, düğün konvoyu gibi, bir davul zurna eksik geldi gözüme, bir de halay çekenler (bayağı gelen olmuş 35 yıl aynı yerde yaşayınca normal) haydi benim bedenimi alıp addalara gittik, kabristana,
Nede çabuk hazırlanmış mezarım, neyse çıkardılar beni tabuttan, iki metre karelik bir çukura koydular, sıra ile sevdiklerim beni toprağa boğdular, (bu nasıl sevgi belirtisi ise), aydınlıkta hiç uyuyamam tamam ama bu ne ya! Burası da çok karanlık oldu. Dualarını ettiler ve beni orda bırakıp çekip gittiler.
Arkalarından bende gitmek istedim, gidemedim sanki biri beni elimden tutmuş çekiyordu. Anladım ki ben dünya ile birlikte olduğum sürenin sonuna gelmiştim, ruhum balıklama daldı toprağın altında kalan cansız vücudumun içine. Sonra iki metre karelik yeni ikametgahımın kapısı çalındı, sorgu sual ekibi girdi içeri, Çeşminur dan doğma Meral sonsuza kadar kalacağın yeni yerine hoş geldin, Allah kolaylık versin.

                                                Son

6 Kasım 2015 Cuma

Çakır keyif sohbet

                  Çakır keyif sohbet
Güzel bir lokantanın mutfağı, ızgara, kızartma, baharat kokuları arasında koşturan garsonlar.  Aşçı, şef garson, garson ve yamaklar yeni gelen müşterilerin isteklerini hazırlamak için, tezgâhın üzerine dizilmiş tabaklar içerisine ana yemekten önce masaya götürecekleri mezeleri yerleştiriyor.
Bir tabağa enginar kalbi koydular enginarın cücüğü gibi, böyle 1-2 lokmalık ebatta lezzet patlaması. Ağzınız da dağılırken önce ızgaranın isli yanık kokusu zeytinyağının aromalarına karışır, limonun ve az tuzun eklenmesiyle kendi tadını salan meze. Adeta güzel bir çiçeğin taç yaprakları ya da yeşil tuvalet giymiş bir sultan gibi durur tabakta, oda bunun farkında.
Deniz börülcesini diğer tabağa yerleştirdiler, İnce uzun vücudu, koyu yeşil rengi, sarımsak, tuz ve zeytinyağı ile marine edilmiş hali ile önce damağa sonra mideye bayram ettiren meze, kendini beğenmiş bir edada yerleşti tabağına.
Bir diğer garson haydari tabağı hazırladı, rakının yanında olmazsa olmazı, yiyen kişiye ferahlık veren tadı ile beyaz tabak içerisinde çok sönük kaldı garibim. Süzme yoğurt, beyaz peynir rendesi,  sarımsak zeytinyağı, kimyon, tuz ile yapılmış bir meze, garson bu sönüklüğü fark edip hemen üzerini kırmızıbiber ve kuru nane ile süsledi o zaman şöyle kendine güvenip yayıldı tabağa.
Toprak bir kapta fırından çıkan humus homurdanıyordu,
Humus: yeter yahu yandım fırında, çok şükür aklınıza geldim, ne kadar çok bıraktınız beni sanki rosto pişiriyorsunuz.
Kökü çok geçmişe dayalı olan bu meze nohut, tahin, kimyon, tuz, limon, zeytinyağı, isteğe bağlı sarımsak ile birleşince, nohutu farklı bir boyuta taşıyan ağızda nefis bir tat oluşturan sıcak ve soğuk olarak da yenen lezzetli bir meze. Garson onu da kırmızı biber tereyağı ile süsleyip tepsiye bıraktı.
Mutfakta değişik bir telaş oldu, ne buldularsa koydukları bir tabak, tepside ki mezeler pür dikkat bakıyorlardı acaba bu ne diye, rakı masasında tanıdıkları hiçbir mezeye benzemiyordu! Humus en yaşlı meze olarak yüksek sesle düşündü;
Humus:  kısır mı o?
Kendini beğenmiş enginar küçümser bir şekilde cevap verdi.
Enginar:  Evet bildiğimiz her yerde herkesin eline ne geçerse doldurduğu kısır,  ama onun bu rakı masasında ne işi olabilir ki, ben onu bu mutfakta asla görmek istemiyorum.
Konuşmalara aldırmadan bir eda, bir nazla, sanki bulunmadık bursa kumaşı, güzel yapılmışını herkesin çok sevdiği kısır, saçlarını salladıkça nane, maydanoz, yeşil soğan, dereotu saçıyordu etrafına. Salındıkça tabakta ince bulgur, kuru soğan, pul biber, karabiber, sarımsak, zeytinyağı, limon suyu ve bol bol salça eteklerinden tabağın içine dökülüyordu. Garsonlar kısırın üzerini domates, turşu dilimleri ve marul yaprakları ile süsleyip tepside ki yerine bıraktılar.
Humus: Hazır mıyız? Hadi toparlanın masaya gidiyoruz kendinize çeki düzen verin bakıyım, hadi hadi.
 Enginar kalbi: Ay ben bu kısırla aynı tepsiyi paylaşmam haberiniz olsun, hem sen nerden alıyorsun bize emir verme yetkisini?
Deniz börülcesi: Öffff hep aynı terane, gene başladık, aynı tepside olmam ne demek, gidiyoruz işte kuzu kuzu.
Haydari: sessiz olsanız da biraz kestirsem, şimdi masada sağımdan solumdan didikleyip duracaklar çok yoğurtan uykum geldi, bu akşam gitmeseydik ya masaya.
Kısır: aaayy amma söylendiniz hadi gidelim tatlım, vakit nakittir.
Deniz börülcesi: bana bak kendine çekidüzen ver seni aldım mı masadan aşağı atarım, gerçi sen yerlerde gezmeye yabancı değilsindir, tatlım!
Kısır: sen bana ne ima ediyorsun açıkça söylesene?
Deniz börülcesi: ima etmiyorum, senden arta kalanları kuşlara yem diye veriyorlar ya onu diyorum.
Kar gibi beyaz bir örtü serilmiş, servis tabakları yerleştirilmiş, kaşık, çatallar ve bıçaklar yemek sırasına göre dizilmiş, ortada içinde insanların birbirlerini görebilmeleri için kısa boylu taze kır çiçekleri konulmuş küçük bir vazo ile süslenmiş güzel bir masa.
Enginar kalbi: ne kadar kabasınız, biraz kibar olun bakın masaya dizildik bile, bu kısırı hangi aklı evvel istedi acaba, rakı ve kısır ne alaka?
Humus: Müşterinin isteklerine saygı duy burası demokratik bir lokanta, isteyen istediğini yer.
Enginar kalbi: ben onunla aynı ortamda olmam.
Humus: enginar yine saçmalıyorsun, bırak bu sanatçı kaprislerini, normal hayata dön.
Haydari: ya bırakın şu tartışmayı her akşam, her akşam bıkmadınız mı bir birinizi yemekten. Siz tartışırken biz tükeniyoruz masa da baksanıza, zaten benim uykum var keşke erken kalksalar bende gidip yatsam.
Kısır: sen ne içtin ya! Bu neyin kafası, nasıl masadan kalkabilirsin? Şuna bak ayakta bile duramıyorsun.
Haydari: sen bana sarhoş mu demek istiyorsun?
Enginar kalbi: istemedi direk söyledi, fasulye de kendini nimetten sanır derler ya, bu kısır da kendini meze sanıyor sırf bizimle aynı masada bulunduğu için. Kıısıııır, bak sen güzel bir şey olsan sana verimsizlik anlamına gelen kısır adını koymazlardı. Bir de bana bak; enginar kalbi, hem değerli hem de ilaç gibi faydalıyım.
Kısır: şimdi senin paçanı aşağıya indiririm, sözlerine dikkat et, yanına gelip yolayım mı o kozalak gibi saçlarını?
Börülce: bir, iki, üç, bir iki üç..
Haydari: ne yapıyorsun sen?
Börülce: spor yapıyorum kondisyonumu ve formumu korumam gerek.
Enginar kalbi: farkında mısın biraz sonra koruyacak bir vücudun kalmayacak.
Kısır: salak bu ya, hem de su katılmamış cinsinden.
Deniz börülcesi: artık yeter utanın neyi paylaşamıyorsunuz anlamadım ki! Hepimiz kardeşiz, aynı kaderi paylaşıyoruz, aynı yere gidiyoruz ve aynı şeyin yanında yeniliyoruz.
Humus: yani, ne demek istiyorsun?
Börülce: Yanisi, bu masa da rakı olmasa belki biz kimsenin aklına gelmeyeceğiz, birlik olalım hatta bir sendika kuralım.
Haydari: abarttınız artık, yok sendika falan beni katmayın zaten başım dönüyor, ay ben çok kötü oluyorum sanki hayatım sona eriyor gibiyim.
Enginar: saf, bitmek üzeresin, bir lokmalık canın kalmışta ondan.
Humus: beni de soğumadan bitirelim diye hızlı hızlı yiyorlar. İmdaaaat son lokma için pideyi daldırdılar hoşçakalın arkadaşlar.
Kısır: aaa humusa güle güle bile diyemedik.
Deniz börülcesi: haydari! Haydariiii, oda bitmek üzere görüyor musunuz gecenin sonunda bütün tabaklar boşalıyor, bu sistem hepimizi yok ediyor.
Kısır:  enginarcığım! Bir lokmacık kalmışsın güzelim ne oldu sesin soluğun kesildi, hadi atsana havanı bak ben burdayım hala, hem de dolu bir tabak olarak.
Enginar kalbi: benim ne kadar güzel ve lezzetli olduğumu onlar da fark ettiler, o yüzden senden önce bitirildim canım, hoşçakalın arkadaşlar.
Deniz börülce: ayıp oluyor kısır, bir meze masayı paylaştığı arkadaşına bunu yapar mı? Enginar tekrar görüşene kadar hoşça kal;
Haydari: bir dahaki alemlere daldığımızda görüşürüz arkadaşlar ben tükendim artık dayanacak gücüm kalmadı.
Kısır: güle güle arkadaşım seni özleyeceğim.
Deniz börülcesi:  ya beni doğru dürüst yermişiniz? Ne bu böyle hayatta hiç mi deniz börülcesi görmediniz dolamayın çatala başım dönüyor, dolamasana ya, ahhhh bittim!
Kısır:  iyi kötü, en azından konuşuyordum ne yapacağım şimdi ben, kimse kalmadı etrafımda? Şiiişt rakı kardeş hu hu rakı kardeş hey beni niye ciddiye almıyorsun? Ben burdayım kaşık mı istedi bunlar çatalla dökülüyorum diye, beni kaşık kaşık yiyorlar. Yaaa! kısır hazretleri gülermisin sen arkadaşlarına, gülme komşuna gelir başına, eyvah imdaaaat!
Rakı:  ne zevksiz bir masa, ne zevksiz insanlar var ya, masa da peynir ve kavun yok kısırla rakı içiyorlar, ne günlere kaldık, ahhhh nerde o eski masalar.

30 Eylül 2015 Çarşamba

bir bayramı klasiği :))

      Gene bayram öncesi telaşı, sanki önce evde hiç yemek pişmiyor da senede bir iki kez pişiyor gibi telaş, telaş yine telaş. Oğlum şunu sever, kızım bunu sever, damadım diğerini sever yap yap diz dolaba. Sonra temizlik başlar sanki ev hiç temizlik görmedi bu güne kadar, bayramdan bayrama her yer temizlenir, bayram da daha çok kirlenmeden öncesi  aynı kırklanmak gibi.
     Sonra yorgun ayaklar, ağrıyan bel, yatakta sağdan sola dönemeyen bir beden, uykusuzluktan kanlanmış gözler. sigaradan sararmış bir cilt ve alkol komasına girmiş çıkmış gibi şiş bir surat.
     Sabah erken kalkmak için ilk sebep ise: Bayram namazına giden erkekler, sanki camiye değil de, bursa kılıç kalkan ekibiyle prova yapmaya gider gibi patırtı, gürültü ve şamata, namaza gitmeyen komşulara inat ben kalktım sende kalk yok öyle gaylesiz yatmak babında eziyet. cami dönüşü sabah kahvaltısı saat henüz sekiz bile değil, bayramlaşmaya gelecek  konu, komşu ve akrabalar yatandan kalkıp sanki pijamaları ile geleceklermiş gibi, o sabah insan değil de erken kalkan horozuz  sanki. Bir curcuna, bir curcuna doğduk doğalı ilk kez kahvaltı yapar, ilk kez kahvaltı sofrası görür gibi. Sonra bayramlaşma, herkes  harçlık yaşını geçtiği için çok rahat ve mutlu bir baba, kolonya ve çikolata ile geçiştirilen bayramlaşma.
      içeri de bol sohbet, bol kahkaha mutfakta anne gene telaşta masa toplanacak, toz alınacak, et doğranacak ev halkı giydirilecek bütün bu sorumluluklar görülmemiş, imzalanmamış hatta yazılmamış ama annenin yapmakta mecbur olduğu bir antlaşma...
     Sonra içeriden gelen isteklerle içinden isyan eden anne, dışından ise hemen kahveyi yapıp getiriyorum canlarım, ardından da çayı demlerim, ama meyveyi biraz sonra getiririm. Aaa ne zahmeti bu benim vazifem diye cevap verir yazılmamış antlaşmanın yasaları gereği!
     Ve böylece devletin verdiği resmi tatil biter, evli evine köylü de köyüne döner. Evde kalan anne elinde ki balonların hepsi patlamış bir çocuk gibi boynu bükük kalakalır yine tek başına, yada  sokak kedisi gibi yalnız, yorgun, sahipsiz! mutfak hırsız girmiş gibi tamtakır, ev Malazgirt savaşı orda olmuş gibi dağınık ve pasaklı.
     her bayram aynı dönence devam eder ve bu kargaşa ertesi gün unutulur gider. O an gelecek bayramın özlemi belirir anne ve babanın yüzünde, bir sonraki bayram biran önce gelsin de evlatlarımızı gene bir arada görelim daha fazla özlemeyelim diye!!!

    meral bağcı

28 Eylül 2015 Pazartesi

1. Bebeklik aşkları JJ

04-05-2010

 İnsanlar sevgisi ile vardır dünyada, dünyaya geliş sebepleri insanın insanı az ya da çok sevmesi ile olur; Şairlerin diline düşen, romanlara konu olan, mecnunu çöllere düşüren, Ferhat a dağları deldiren bu aşklar ve sevgiler değimlidir? Ama sevgi o kadar çeşitlidir ki içinden çıkılmaz olabilir!
Aşkla mı, sevgiyle mi bilinmez ama önce doğarsınız, neyi seveceğinizi bilmeden. Sadece büyüyelim diye içtiğiniz sütler, yediğiniz mamalar başkalarından beklediğiniz ilgidir sevgi sandığınız. Çünkü dünya ya acemisinizdir! Sevginin ne olduğunun da  henüz farkında değilsinizdir,
Sonra anne ve babayı tanır, onların sevgisine yavaş yavaş karşılık vermeye başlarsınız. İlk sevgililerinizdir onlar ve eğer kardeşleriniz varsa onları da seversiniz karşılıksız. (çünkü kardeşiniz sizi asla sevmez, kesinlikle kıskanır, hatta nefret eder, tabi anne ve babanın korkusundan bunu gösterip, söyleyemez.)
Sonra dedeler, niniler, yakın akraba ve komşular, evdeki oyuncaklar, sütünüzü paylaştığın sokaktaki kediler, ekmeğinizi bölüp verdiğiniz köpek yavruları, varsa tavuklar, kuşlar diye devam eder sevgi listeniz.
Yürümeye başlamak demek! anne ve babanın elinden tutup gezmelere gidilme yaşlarıdır. Bununla beraber sevgilileriniz de çoğalır.  Arkadaşlar, parklarda ki oyuncaklar, kum havuzu, arabalar, bebekler, toplar, balonlar ve çiçekler eklenir sevilenler listesine.

Gönlündeki en yüksek yere de artık bakkal amca oturmuştur, çünkü çikolata, sakız gibi şeylerin tadını almışlardır. Sokaktan geçen dondurmacı ve simitçinin de liste de bayağı üst sıralara çıktığının hiç göz ardı edilmemesi gerektiğini söylemeliyiz tabi ki. J

2 çocukluk aşklar

  04-05-2010    

Biraz daha büyümüş okul çağınız gelmiştir, sorumluluklarınız artmıştır. Artık çoook işiniz vardır,  ders çalışılacaktır! Her gün hamal gibi kocaman okul çantalarının altın da inleyerek okula gidip, gelinecektir! Omuzlarınız da ki bu yükü azaltmak arada bir dinlenmek için de başka aşklara yelken açarsınız. Derslere değil ama! Mutlaka öğretmeninizedir okulda ki ilk aşkınız! Sonra bilmem kaç vitesli bisiklet, dizlerini, dirseğini yaralayarak, annenizden habersiz oynadığın futbol topunuz, elim sende, ip atlamak, saklambaç, körebe, uzuneşek ( hiç anlam veremediğim bir oyun)vb… Yani sevginizin limitleri artık yükselmiştir!
Öğretmene bütün sınıfın aşık olduğunu anlayınca umutsuzca vazgeçersin ondan. Karşı cins ten bir aşk bulursun kendimize tabi ki platonik, ayran budalası gibi ağzın açık, salyalar akıtarak, ne olduğunu bilmeden, kalbinizde bir tımbırtı ile kıpır kıpır onun bulunduğu ortam da gezersin, bir bakış atacak mı acaba diye şapşalca hareketler ve konuşmalar yapıp komik duruma düşersiniz.

Bu sevgi hiçbir şeye benzemez, diğer aşklarının hepsi uçan balon gibi uçup gitmiştir aklınızdan. Bu ilk aşktır yıllarca unutulmayan, bir silgi veya kalem istese de versem diye kibrit gibi tutuşursun. Fırsatını bulsan bile elleriniz terler, cesaretinizi toplayıp tutamazsınız o elleri. Eliniz ayağınıza bir birine karışır, diliniz dolaşır cevap veremezsiniz, soru da soramazsınız, sadece bakarsınız trene bakar gibi.

3. gençlik aşklar

 04-05-2010


İlköğretim bitmiştir, artık küçük sevgilerin yerini daha anlamlıları almıştır, tabi ki o yaşa göre anlamlı olanlar. Parkların yerini, sinemalar,  internet oyun salonları, dershanelerin ve okulların kafeteryaların da geçer bu birkaç yıllınız. L
Lise bitene kadar aslında dünya dardır gençler için, gezip eğlenseler de hep bir tarafları buruktur, eksiktir tam olamazlar. Olmazsa olmaz bütün gençlerin belalısı üniversitelere giriş sınavı vardır önlerin de, oynasalar, gülseler de hiç rahat değillerdir, acaba başarabilecek miyim diyerek, tepelerinde ki kara bulutlularla gezerler.
Öncelikler gene değişmiştir, kazananlar kazanmış rahat bir nefes almıştır, kazanmayanlar bir daha ki seneye tekrar denemek için aynı döngüyü yaşamayı sürdürecektir. Kazananlar artık kızlı erkekli üniversiteli olmuşlardır. Sokak kedileri değil ama sokaklar değişmiştir, mahallenizin yerine; Beyoğlu, Tunalı, Bahçeli ve Nişantaşı gibi yerler olmuştur çoğunluğun mekânları.
Gençlerin yürekleri artık gerçek sevgililerle tanışmıştır, ah o aşk! Beraber gidilen aşk filmleri, el ele izlenen televizyon dizileri, omuz omuza saatlerce bakılan ufuklar, diz dize oturup yeyip içtikleri kafeler ve lokantalar. Beraber oldukları her an sevgi ile bakılan her yer daha güzel görünür gözlerinize.
Yanaklara konulan küçücük bir busenin verdiği o zevk, değişilir mi dünyanın bütün varlıklarıyla? Valla o zaman değişmezler! (ama sonra her şey unutulur ve değişir!) onlar için en büyük acı; yan yana olamadıkları her saniyedir, çünkü saatmiş gibi uzun geçer o saniyeler. Ama bir mesajla gelen merhabanın ardından iyi geceler canım diye biten bir cümle, alır götürür bütün hüzünlerini. Budur işte sizin en güzel geceniz, sevgi dolu bir mesajdır o gece rahat uyumanızın sebebi.
Ah o nasıl geçtiğini anlamadığınız gençlik, her koşulda yanın da olup koşulsuz seversiniz, o kadar duru, o kadar temiz bir duygudur ki o yaşananların yeri asla doldurulamaz.
     Siz, yani kanları deli akanlar, aşklarınızı çok gürültülü yaşarsınız. Kuş gibi uçarıdır sizin aşklarınız, sadece bir dakika gecikmek bile bitirir, hemen eritiverir pamuk şekeri gibi olan sevginizi. Sonra sil baştan başka bir sevgiyle, demir atar sığ denizlere başka bir sevgiliyle, hiç ara vermeden.  Sevdiğinizden hatta onsuz olursanız öleceğini sandığınız kişiden, sanki bir pazılın parçası gibi ayrılmak ne kadar da kolaydır sizin için.

4. OLGUNLUK AŞKLARI!

    4. Olgunluk Aşkları


Artık baba parası yeme vakti geçmiştir, vakit, kendi kanatların ile uçma vaktidir. Askerlikler bitmiş, İşlere girilmiş, olgunluk dönemine başlamışsınızdır, kimi uzman oldukları dallarda istediği işini severek yapar, kimi ise hiç istemese de mecburiyetten mutsuz bir kargaşanın için de bulur kendini. Çünkü geleceğini güven altına alman gerekir,
Artık bir yastıkta devam edecek sevgilini, çocuklarının annesini, yani kalıcı olacak aşkını bulma zamanınız gelmiştir. Sıkıntı büyüktür, elinde ki ekmeğine ortak köpek yavrularına, sütüne ortak kediye, dondurmacıya ya da bakkal amcaya olan aşklarınız çoktan unutulmuştur. Masraflı bir yolun henüz başındasınızdır, artık ihtiyacımız olan para dondurma, sakız, oyuncak parasının kaç bin katı olacaktır.J
   Gelin, damat demek; düğün, takı, ev, eşya, araba, balayı vb.LMasraf! LMasraf! LMasraf! Demek! İki taraf da hırsız girmiş banka kasasına döner. Ya da bizim yörede denildiği gibi; yolunmuş tavuğa benzerlerJ benzerler de, hiç de soyulmuş gibi üzgün olmazlar, dost ve ahbaplarla kaç gün kaç gece mutluluktan bulutlara değercesine eğlenilirler.
Sonra herkesin olduğu gibi normal bir çift olursunuz, gün gelir mutlu, gün gelir kavgalı, gürültülü. Saygı sonra sabır olmalı evlilikte, önce saygı birbirlerine saygı ve sabırlı çiftler evliliklerinde ki ufak tefek hataları görmezden gelmeyi başarabilirler.
Ama uygulaya bilmek için de sevgi gerekir! Karşındakini zapdırap altına alarak değil, Yaratanın sadece insanlara layık görüp, hediye ettiği konuşma yeteneğinizi doğru kullanıp, karşılıklı oturup konuşabilmek gerekir, sabredeceğin şeylerin de tabi ki bir sınırı vardır.
Bu dönemin yüz de doksanlık bölümü doğan çocuklarınızın üzerine kuruludur. Doğumları, yeme ve içmeleri, yürümeleri, eğitimleri, her okula başlamaları ve her okuldan mezuniyetleri sonunda da evlilikleri diye süreçlerdir yaşadıklarınızın en önemlileri. Yüzde onluk dönem ise hayatın diğer isteklerini kaplar.
 Ama devam eden her evlilikte mutlu değildir, mutsuzda olsa mecbur devam edenler vardır. Kimi ekonomik bağımlılığından, kimi, bırakacak gücü olmadığından, bazıların da ise bırakma diye bir şeyi ailesi asla izin vermediğinden devam edip, mutluymuş gibi rol yaparlar,
Şimdi ki evlilikler çocuk oyuncağı gibi oldu, saygı yok, sabır yok, anlama, dinleme yok, sevgi dolu sözlerin yerini yürek yakıcı acı sözler almıştır. Mutlu evliliktir aslın da herkesin hayallerinde yaşattıkları.

Gelinlikle girilen evlere, kefenle çıkma zamanı çok arkalar da bırakılmıştır, bazan olması gereken budur ama çok canını yakan birliktelikler hem çocuklara hem de size zarar veriyorsa evliliği sonlandırmak en doğal olanıdır. Ama hiç kimse boşanayım diye evlenmez! Sonun da kimse böyle olsun istemese de aşkta biter, sevgide tabi ki evlilikte.  


5. ikinci bahar aşklar son.

   

5.  İkinci Baharın Aşkları

Çocuklarınızı yuvadan uçurana kadar evlilikleriniz sallapati ile gider, ne nasıl yaşadığınızı anlarsınız, ne de ne yaşadığınızı, bir curcuna için de geçer zaman. Bakarsın ki çocukluk, gençlik, olgunluk her şey yıldızlar kadar uzaklaşmıştır sizden! Afallarsın ne zaman yaşandı ömrümün bu bölümü diye, ben nerdeydim? Neler kaçırdım bu kargaşanın için de? Geçerken nasıl fark etmedim, kendime ait olan kısmına niye sahip çıkamadım, diye düşünürsünüz. Ama geçmiştir artık hem de hiç pişman değilsinizdir yaşananlara sadece şaşırırsınız.
Aynada ki yansımanın kim olduğunu merak edersiniz, bu benmiyim? Ben ne ara böyle oldum? Bakarsınız ki yaş ya elliye yaklaşmış ya da geçmiş elli bile size çok uzakta kalmış, torunlar sarmış etrafınızı dede, nine olmuşsunuz. Yaşlandım mı? Yolun sonu mu geliyor?  Hayatı yakalamak için bir sansım daha var mı? Gibi sorular dolar beyninize.
Kimse kalmamıştır çevreniz de, sadece onca seneyi birlik de devirdiğiniz sevgiliniz yanınızdadır. O hiç terk etmemiştir sizi, sevdiğiniz hatta canınızı bile seve seve verecekleriniz dâhil, her şey uçup gitmiştir ve yakalama şansınız yoktur, ne kadar çabalasanız da. Aslın da yaşamak zorunda olduğunuz zaman yaşanmıştır. Siz istemeseniz de zaman akıp gitmiştir,  hayattan beklentilerinizin ya da hayallerinizin çoğunu pas geçmişsinizdir. Aşklarınızın sıralamaları gene değişmiştir, istisnasız hayat arkadaşınızın değeri çok artmıştır. Yeri doldurulamaz olup gönlünüzde ki ilk sıraya dünyadan göçene kadar inmemek üzere oturmuştur.
Yeni eklenen aşklarınızın en önemlisi ise torunlarınız olmuştur, kalbinizde ki ikinci sırayı ebediyen bırakmazlar başka bir şeylere. Arada sırada uğrasalar da, evinizin her yeri onların resimleri ile dolmuştur, her gelen misafire gözünüzün içi gülerek, yüzünüz de bahar gelmiş  gibi bir ifadeyle,  gösterisiniz o resimleri; bak torunlarım bunlar diye!
Artık geçmiş için yapacak bir şey gelmez elinizden, gelecek içinse kaygı duymayacak kadar sona yaklaşmış bulursunuz kendinizi. Geleceğin ne getireceğine aldırmazsınız, can yoldaşınızla planlar yaparsınız kadere inat, tabi sağlığınız elverdiği sürece.  Beraber yürürsünüz gençken vakit bulamadığınızdan içiniz de ukde kalmış, elele yürüyemediğiniz her yere. Yeni doğduğunuz an gibi basit olur bu yaşlar da aşklarınız,  beraber;  içtiğiniz suya, baktığınız doğaya, gezdiğiniz parklara, oturduğunuz banklara bile aşıksınızdır artık, ufacık şeyler sizi mutlu eder.
 Artık ikinci baharınızı yaşıyorsunuzdur, dünya ikinizin etrafınız da dönüyordur. Takmazsınız kimseyi kafanıza geç kalmış olsanızda, gönlünüzce özgür yaşarsınız yaşaya bildiğiniz ve yaratanın verdiği emaneti alacağı zamana kadar.
                                                                      J SON L

23 Eylül 2015 Çarşamba

J KİM DELİ ACABA! L

 Biraz akıllıysan! Özgür ve mahalle baskısını takmıyorsan kafana! Canavar gibi yaşamaktansa, iyi bir insan olarak terk etmekse amacın dünyayı! Hayatı kafana takıyorsan, gücünün yetmeyeceğini bile bile dünyadaki kötü gidişin durmasını istiyorsan!  Kendi doğrularınla yaşıyorsan! Umarsızlığı yaşam felsefesi olarak kendine seçmemişsen! Senin için dünya da en önemli olan ailen ve sen değilsen! Dalgalar senin geminin rotasını asla saptıramıyorsa! Yağmurlar senin nehrini hiç taşırmıyor, sel olmasına sebep olmuyorsa! Fırtına senin uçağını hiç sarsmıyorsa! Başkalarının küçük hesapları ve küçük beyinli insanlar seni hiç ilgilendirmiyorsa, sen umutsuz vakasındır.
Senin deli olduğunu söylerler delirmişsin gibi davranmaya başlarlar. Bu teşhis üzerine bir kez yapıştımı, deli olmadığına inandırmak için çabaladıkça, ne kadar akıllı olduğuna dair kanıtlar sundukça,  batarsın daha derine inandıramazsın kimseyi kendine.
         Hazırdır yargısız infaz kurulu hazırdır, senin deli olduğunu söyleyip ipini çekmek için. Kafka  vari  bir yaratıcılıktır onların ki, kolaydır onlar için insanı yargılayıp, yaftalamak her konuda deli, komünist, faşist,  darbeci, mağrur, egoist, ukala gibi örnekleri binlerce çoğalta bilirler. İşleri sadece budur onların, nalıncı keseri gibi sadece kendilerine doğru yontarlar her şeyi, kendinden olmayan, onlardan bir beklentisi olmayan herkes bir tehdittir,  tehlikedir o zati muhteremler için. Kafalarını sana takarlar, seninle uğraşır düzenini bozarlar, sana zarar verebilmek için Allahtan en çok korktuklarını söyleyen onlar, Allahtan korkmadan hep senin dedikodunu yaparlar.
         Sen bu bozmak istenen düzenine dokunmalarına asla izin vermezsin. Sende bir değişim başlar, kendini ve çevreni korumak için, daha umarsız olursun, daha net görürsün insanların yüzünü, maskeleri düşmüştür artık gerçek gün yüzüne çıkmıştır.
         İtiraf edecek anıları olmayan insanlarla dolar etrafın, aslında hiç yaşamamış, yada yaşanmamış gölgeler sarar etrafını. Hiçbir şeyden habersiz insanların yerine koyarsın kendini, anlamaya çalışırsın neler yaşayıp neler düşündüklerini ama anlayamazsın. Seni bir kaşık suda boğmak isteyen insanların seviyelerine inemezsin çünkü bu senin doğanda yoktur. Ruhları zindanlara hapsolmuş o küçük insanlarla uğraşasın gelmez içinden vazgeçersin bırakırsın, asla onlar gibi sefil ve sapkın olmadan. Sen onlardan hep bir adım önde olursun, her zaman onların yaptıkları senin yanında etkisiz ve anlamsız kalır. Asla sana zarar veremezler, seni kendi kokuşmuş hayatlarına, saflarına çekemezler. Çünkü sen daha akıllısındır, iyi ve kötüyü, soru sormayı bilen, nerede durman gerektiğine karar verebilen, sabun köpüğü olaylarla vaktini heba etmeyen ve cahil olmayı asla kendine layık görmeyen kişisindir.
        Bu olaylar senin aslında ne kadar saf ve iyi niyetli bir insan olduğunu su yüzüne çıkmış olur. Artık aynaya her sabah baktığında daha güçlü daha kararlı bir yansımandır gördüğün. Sen artık anlarsın ki bencil, riyakâr ve kalleş insanlara karşı olan içindeki merhamet yok olmaya başlamıştır düzeleceklerinden umudunu tamamen kesmişsindir. Kötülere karşılık verebilmek için sende şeytanla dost olmayı seçmişindir,  kuzu postuna sarılmış kurtların senin dostların olmadığını öğrenmişindir artık. Ama kişiye özeldir bu değişim mazlumlar ve iyiler gönlünde her zamankinden en iyi yerdelerdir gene.
         Sen cenneti seçerken bu dünyada, onlar daha ölmeden cehennem rezervasyonlarını yapmış olacaklardır. Senin  onlardan alacakların, onların ise çekecek çok büyük vicdan azapları olacaktır.
          Bu düşüncelerle deli olanın sen değil, onlar olduğunu bilirsin ve için rahat yoluna devam edersin.
          Hiç bir kötülük ve maddiyat seni gerçek kişiliğini göstermekten alı koymaz ama saflık perdesini de kapatmışsındır.  Şimdi herkese hak ettiği kadar değer verme zamanın gelmiştir, fazla tevazünün ne yeri nede zamanıdır. Sen aklınla yenersin bu sıkıntıları, yararsın denizleri, geçersin aklı başındaların bulunduğu kıyıya, ardına bakmazsın, hedefine ulaşırsın ayaklarını takip ederek. Yolu doğru olanların yanın da bulursun kendini ve dürüstlük adasının tertemiz havasından rahat bir nefes alırsın doldurursun ciğerlerine. Bir daha asla dönmesin kargaşalı, yalanlı, ikiyüzlü, samimiyetsiz, insafsız ve iftiracı olan akıllı insanların yanına… 
Çünkü sen hala delisindir onların gözün de!
 İlkan SAN,
    Akıllıya hasret kaldık denk olduk deliye, giydirdik hiç bıkmadan Ali nin külahını Veli ye diye güzel bir laf söylemiş…

15 Eylül 2015 Salı

03-03-2011 hızır ve ilyas

                     Hızır ve İlyas

   İki gün sonra hıdrellez, hava güzel olursa bahçeye gidip kutlayacağız, gül ağacının altına dileklerimizi yazıp gömeceğiz ya da gül dalına asacağız sonra dileklerimiz olsun diye salak salak bir sene bekleyeceğiz. İsteyenin bir yüzü vermeyen Arap diyeceğiz.  Ben şimdiden başladım ne istesem diye düşünmeye! Her sene ben istemekten usandım, Hızıraleyselam vermemekten usanmadı!
Bahçeme ev; kaç senedir istiyorum o benim çadırımı da yıkıyor! Kendime bir arazi aracı( bahçeye gidip gelmek için) o benim elimdeki arabayı da sattırıyor. Allah, Allah. Yok, artık terslerini isteyeceğim. Araba istemem ben sağlıklı olup yürümek istiyorum! Ve bahçemdeki çadırın yarısını değil hepsini yık, ben şemsiye ile idare ederim! Desem bu sefer de yazık şu kulun dediğini bir kez yapayım ya falan derse yandık valla!
Neyse, çok bin yıllar önce bir gün Hızır ve recep: Ya biz hep ayrı ayrı geziyoruz bir şey de beceremiyoruz, birlikten kuvvet doğar deyip, sene de bir 6 Mayıs da buluşalım beraber gezelim demişler. Noel babadan yıllar yıllar önce, onun bir gece de bacalardan girerek pis kokulu çoraplara ya da katledilmiş ölü çamlara yaptığı işi değil; Bunlar bir gece de mis gibi kokan gül ağaçlarının dallarına asılı dilekleri okuyup not eder, o sene boyunca yapmaya çalışırlarmış. Güçlerinin yettiğini ve işlerine gelen kişilere hediyelerini dağıtırlarmış. (bir nevi torpil orada da var yani)
Bir sene, on sene, yüz sene, onbin sene hep aynı terane devam etmiş, ama ne Musa ya ne İsa ya yaranamazlarmış aynı bana yaranamadıkları gibi. Artık bıkmışlar yeter ya ne bu böyle kimseyi memnun edemiyoruz, biz bu sene kendimizi boşa yormayalım demişler, o sene ücretsiz izin almış ve tatile çıkmış, güneye doğru açılmışlar, oh hava güzel, deniz dalgalı, istek yok, ordan oraya gezmek yok, dertlenen yok, valla kebap!
Fakat alışkanlıklardan öyle çabucak vaz geçilmez, boş oturmaktan çok sıkılmışlar, konuşulanlara kulak kabartıp acaba bir isteği yerine getirelim mi, ben çok boşlukta kaldım demiş Hızır. İlyas da ben de ya tamam hadi o zaman demiş, âmâ sadece bir kişinin dileğini yapalım çünkü tatildeyiz diye karar kılmışlar. Zorda olan var mı diye de etrafa bakmaya, yani ufak ufak kaşınmaya başlamışlar. Sonra kimin dileğini yerine getireceklerini bulmuşlar.
Tek başına oturan çok üzgün bir kızcağız görmüşler, görünmezlik hırkalarını sırtlarından çıkarıp günümüz insanları kılığına bürünmüşler.( tabi bunların bayağı bir güçleri var istekleri hemen emir oluyor, Alaattin in cini gibi de değil sırf üç hak, uufff bir sürü hak, hak getire!)
Noel baba geyiklerin çektiği kızakla gezer bilirsiniz, ama bizimkilerin neyle gezdiği meçhul Türk halkımız, hep nemelazımcı olduğu için hiç sorgulamamış! Ama bence bizimkiler ışınlanıyorlar daha bilim kurgu çünkü. Neyse kızcağızın yanına gitmiş bu iki adam,( ha!  Bunlar hiç yaşlanmadıkları için aynı vampirler de olduğu gibi, Biredim pitim emsali bayağı bir yakışıklılar, öyle hayal ettiğiniz gibi aksakallı, yaşlı falan değiller) neyse oturmuşlar yanına başlamışlar hasbihal etmeye.
Güzel kız neden üzgünsün, sana yardımcı olabilir miyiz?
Ah ah deyip ağlamaya başlamış kızcağız!
Bize güvene bilirsiniz derdiniz nedir biz Hızır ve İlyas aleyselamlarız demişler,
Kız ama siz hem çok yakışıklı, hem de çok gençsiniz diye inanmamış.
Allah tarafından ellerine verilmiş olan özel kimliklerini gösterince!  Sanki her gün öyle bir kimlik görüyormuş gibi! Kız hemen inanmış!
Kızcağız biraz sıkılmış ama sonra başlamış anlatmaya: Üniversite sınavına girdim ama şifre var diye ortalığa bir laf attılar; ben sınav için salondayken siz o zaman neredeydiniz, benim sınavı kazanmama yardım edermisiniz? Eğer kazanamazsam hayatım kararacak, benim tüm geleceğim buna bağlı. Hayda aldılar mı belayı başlarına ne etsinler? Sormaz olaydık bu devlet olayı bize politika yasak demişler.
 ozaman sizinle benim hiç bir işim olamaz, siz şimdi defolun gidin yanımdan demiş, Hızır ile İlyas tırsıp , topuklamışlar ve hemen kaçmışlar kızın yanından!   
Çünkü, ÖSYM nin başında Yobaz, Gözleri dönmüş bir avam hatibi Ali Demir diye' bir başkanın olduğu biliyorlarmış…
Nedir bu başımıza gelenler ya hızır! bu dünyanın kazığı kopmuş resmen, insanları bu kadar üzen yöneticiler ne ara gelmiş başlarına, bizim bunlardan neden hiç haberimiz olmamış.
Haklısın ilyas  biz bulaşmayalım gel tatilimize bakalım. Değip düşmüşler gene düşlerinde gördükleri o temiz ve saf halkları bulmak için yollara.